Türkiye’de toplumsal sorunlara yakınlık duymaya başlayanların ilk önce tanıdıkları isimlerin başında Ahmet Arif gelir. Bunun tersi de doğrudur: Ahmet Arif’in şiirleriyle tanışıp da adaletsizliğe, haksızlığa, baskıya, zulme karşı dik durma refleksi kazanların sayısı birincilerden bile çok olabilir.
Ahmet Arif Türkiye’de devrimci şiir akımının güçlü bir kaynağı oldu. Şairin “Hasretinden Prangalar Eskittim” adlı kitabı ile 50 baskı eşiğini aştı. En çok satan şiir kitabı özelliğini hâlâ koruyor.
Tiyatro sanatçısı, şair, oyun yazarı, yönetmen, senarist, sinema oyuncusu Kemal Kocatürk, usta şairin hayat hikâyesi ve şiirleri üzerine kurduğu tek kişilik bir oyunla seyircilerin karşısına çıkıyor.
21 Nisan 1927’de Diyarbakır’ın Hançepek semtindeki 7 numaralı evde dünya gelen şairin anne babasından başlayan oyun, onun şiirlerini hangi koşullar ve olaylardan etkilenerek yazdığını şiirler üzerinden akarak seyirciye anlatıyor. Bu durum haliyle oyunu “tek kişilik” olmaktan çıkartıp alabildiğine kitleselleştiriyor. Yakın tarih dersi haline getiriyor. Ama Kemal Kocatürk katiyen “ders” vermiyor. Aklı-fikri olan alacağını alıyor. Çünkü o sadece saf bir Ahmet Arif anlatısı yapıyor.
Kemal Kocatürk asla tarafsız bir anlatıcı değil. Arif, şiirlerini yazarken nasıl duygular içindeyse Kocatürk’de o coşkuyu sesiyle, bedeniyle, bakışlarıyla, hareketleriyle olduğu gibi yansıtıyor. Kemal Kocatürk gidiyor, 1940’ların 1950’lerin Türkiye’si ve yaşadıkları çilelerle Ahmet Arif geliyor!
Bu açıdan bakıldığında oyun tek kişilik olmasına karşın, kitlesel bir gösteriye dönüşüyor.
Ahmet Arif’in seçtiği çileli yolun ona sunduğu zorlu hayat koşullarını yine onun dizelerinden öğreniyor seyirciler:
“Ne anlımızda bir ayıp
Ne koltuk altında
Saklı haçımız…
Biz bu halkı sevdik
Ve bu ülkeyi.
İşte, bağışlanmaz
Kutsal suçumuz…”
Kemal Kocatürk, “bu oyunda belki de pek çok kişinin ilk kez öğreneceği şeyleri gün ışığına çıkartıyoruz” diyor. Bu yüzden de tarihi ve öğretici niteliği bulunuyor oyunun…
Ahmet Arif’in hayatı ve sanatına tanıklık eden oyunda, Sarper Özsan gibi dev bir müzik adamının imzası var. Dekor ve kostüm tasarımını yapan Sırrı Topraktepe’nin çalışması oyuna çok şey katıyor. Eğer o olmasaydı final sahnesi bu kadar etkili olabilir miydi? Işıkları Metin Çelebi yönetiyor. Yetenek isteyen bir iş, çünkü Kemal’i yakalamak kolay değil! Görsel uygulama Burak Gültekin’in…
Hepsinin ortak çalışması Ahmet Arif’e çok yakışıyor. Ama Kemal Kocatürk’ün performansı apayrı bir büyük alkışı hak ediyor.
http://www.baskahaber.org/2013/03/beyefendi-cok-rahatsz.html?utm_source=twitterfeed&utm_medium=twitter
DOĞAN ÖZ 35 YIL ÖNCE ÖLDÜRÜLDÜ
Ankara Cumhuriyet Savcı Yardımcısı Doğan Öz Türkiye’de kontrgerilla yapılanmasını olarak görüp resmi olarak belgelere aktaran en önemli hukuk adamıdır.
Ankara’da bir öğrenci cinayetini soruştururken ulaştığı veriler devletin içindeki devasa örgütün kollarını tespit etmişti. Savcı Öz ulaştığı bilgiler karşında ürpermiş, bunu da eşi Sezen Öz’e ifade etmekten kaçınmamıştı:
-İlk kez korkuyorum!
Ama geri çekinmemiş, elindeki bilgi dosyasıyla dönemin başbakanı Bülent Ecevit’e çıkıp şöyle anlatmıştı:
“Şiddet olayları, anarşik eylemler olarak nitelendirilebilecek kadar basit değildir. Amaç, demokrasi umudunu yok etmek; onun yerine faşist düzeni gündeme getirmek ve bütün unsurlarıyla yürürlüğe koymaktır. Böylece ABD ve çokuluslu ortaklıklar, Ortadoğu sorununu büyük ölçüde çözmek amacını gütmektedirler. Bize göre bu sonuca ulaşmada CIA, kontrgerilla gibi gizli örgütlerin yönlendirmesi vardır. Bu örgütler, devlet aygıtını geniş ölçüde kendi amaçlarına uygun şekle dönüştürerek demokrasi düşmanı akımları iktidar yapmayı öngörmüşlerdir!”
Başbakan Ecevit bu olağanüstü durumu normale indirgeyerek “tamam, gereğini yapacağız” diye geçiştirince devletin kirli mekanizması çalışmıştı:
-Savcı Doğan Öz 24 Mart 1978 günü Ankara’da öldürüldü.
Bunların hepsi doğrulandı. Demokrasi düşmanı güçler yani askeri cunta iş başına geldi. Türkiye’ye “mezarlık huzuru” takdim edildi. Bugünün imamları o günün huzurlu mezarlıklarında tohumlandı!
Savcı Öz, 25 Mart 2013 Pazartesi (bugün) İstanbul Barosu Orhan Apaydın Konferans Salonunda yapılacak bir toplantıyla anılacak.
Türkiye’nin o günlerini aydınlatmadan bugünlerini anlamak ve doğru tavır almak mümkün değildir.