İlk Baskı Yılı : 2018
Sayfa Sayısı : 224
Emeğin Şövalyeleri, işçiler okusun diyedir. Çünkü onlar emeğin hakikatine sadakat gereği romantiktirler. Atmosfer kasvetli, ruhlar umutsuz ve akıl boyun eğmiştir çağın ruhuna. Fakat çağın ruhuna boyun eğmeyen serüvenciler vardır. Ve onlar Foucault’nun deyişiyle, “Yaşamı savunmak gerekir” derler. Netaş Grevi, entelektüelin emekçiyle, aklın bedenle dansı olarak da okunabilir.
(Tanıtım Bülteninden)
İlk Baskı Yılı : 2018
Sayfa Sayısı : 102
Gazetecilerin Şakası Olmaz, meslek içindekilerin “olağan” kabul ettikleri sıra dışı gazeteci şakalarından, anılarından ve muzipliklerinden oluşan gerçek hikâyelerdir.
Ağırlıklı olarak yazılı basına ait yılları kapsıyor. Sadece tek kanallı döneme ait TRT içi komik, ciddi, hüzünlü, korkutucu olanları da var.
Gazeteciliğin “Babıali” olarak adlandırıldığı “medya” öncesi hikâyeleri, eski zamanlardaki gazetecilerin saf ve temiz olmaları hakkında da epeyce fikir veriyor.
Örneğin, “50 Bin Adet Kaçak Prezervatif Yakalandı” haberini iki gün önce gazeteye getirdiği halde neden kullanılmadığını yazı işleri toplantısına girerek soran genç kadın gazeteciye bütün erkekler kahkahalarla gülünce, yönetici; kadın gazeteciyi bilgilendirme ihtiyacı
hissediyor: “Sen söylediğin şeyin ne olduğunu biliyor musun?”
“Hayır.”
“Prezervatif çok ayıp bir şeydir!..”
Gazete merkezlerinde bulunan iki-üç telefon cihazıyla habercilik yaptıkları, muhabirlerin tramvayla habere gittikleri dönemlerden plaza gazeteciliğine kadar geniş bir zaman yelpazesini kapsayan bu kitaptaki hikâyeleri severek okuyacaksınız.
(Tanıtım Bülteninden)
İlk Baskı Yılı : 2018
Sayfa Sayısı : 200
Tunç Turunç başlığından son noktasına kadar bir medya eleştirisi olarak okunabilir. Aynı zamanda gazetelerde başlayan “yükselen değerler” diye de pompalanan zenginlerin yaşam mekanları, lokantaları, tatil beldeleri, lüks otelleri, yurt dışı tatil ülkeleri de yazarın ilgi alanına giriyor ve sivri oklarından nasibini alıyorlar. Yükselen değerlerin özünü de “yiyelim, içelim, gezelim, görelim, gösterelim” ilkelerinden oluşuyordu.
Medyada Tunç Devri bir dönem gazeteciliğine eleştirel bir reflektör tutuyor.
2018 itibarıyla unutulmaması gereken bir şey daha var. Bu yazılar yaygın medyanın her zaman en yüksek tirajlı üç büyük gazetesinden biri olan Milliyet’te yayınlanabiliyordu. Bunu da bir kenara not edelim.
Medyada Tunç Devri eğlenerek kolayca okuyacağınız kısa yazılar demetinden oluşuyor.
(Tanıtım Bülteninden)
Dostlar Bizi Hatırlasın, Türkiye’nin yakın tarihinde önemli roller oynamış değerli insanların arkasından yazılmış veda yazılarından oluşuyor. Gazeteciler, yazarlar, sanatçılar, sendikacılar ve onların çevrelerinde halkalanan güzel insanların kısa hikâyeleri. Nazım Alpman, kitapta yer alan isimlerin tamamına yakınıyla tanıştı, onlarla birlikte yaşayıp ortak anılar biriktirdi. Uzun yıllara yayılan dostluklar, hazine değerinde bir portre galerisi oluşturdu. Kitap, bir anlamda “vefa yazıları” olarak da okunabilir. Çünkü, çok ünlü olmayıp da iz bırakan ve pek çok olayın içinde yer almış gizli kahramanlara bu kitapta hak teslimi yapılıyor. Dostlar Bizi Hatırlasın, Nazım Alpman’ın akıcı üslubuyla kolayca okunup bitiriliyor.
(Tanıtım Bülteninden)
İlk Baskı Yılı : 2017
Sayfa Sayısı : 212
İlk Baskı Yılı : 2016
Sayfa Sayısı : 136
Ahlak Islatan gerçekte olmayan, gazetelerde, televizyonlarda geçen medya hikâyelerinden oluşuyor. Ancak okuyunca hissedebiliyorsunuz ki, burada anlatılan olayların hemen hepsi çok fazla “tanıdık” geliyor.
Ağırlığı haber medyasından seçilmiş olmasına karşın, iletişim alanının en gelişmiş kolu olan reklamcılık ve halkla ilişkiler dalından da hikayeler yer alıyor. Çünkü hepsi aynı anne babanın çocukları…
Babıâli’de 40 yılını geride bırakan Nazım Alpman kolay okunan metinler üretebiliyor. Ahlak Islatan da böylesi bir çalışma. Elinize aldığınızda bir çırpıda okuyup bitireceksiniz. Çünkü sürüklüyor.
Haberciliğin “maymunlaşma” dönemine denk gelen kitaptaki hikayeler gazetecilik adına yapılmış bir özeleştiri olarak da kabul edilebilir.
(Tanıtım Bülteninden)
İlk Baskı Yılı : 2014
Sayfa Sayısı : 200
Bu kitap; dünyanın çeşitli yerlerinde dışlanmışlığın en uç örneklerini yaşayan Çingenelerin yaşamlarını konu alan “neşeli” bir belgeseldir.
Çingeneler, yaşadıkları tüm coğrafyalarda, varoldukları her toplumsal dokunun en “aykırı” renkleridirler ve birlikte yaşadıkları bireylerin sahip olduğu temel hak ve özgürlüklerden genellikle yoksundurlar. Horlanırlar, aşağılanırlar ve çoğunlukla da yergi sözcükleriyle anılırlar. Oysa Çingene gerçeği bundan çok farklıdır.
Nazım Alpman bu gerçeği yakalayabilmek için aylarca Çingenelerle birlikte zaman geçirdi. Adapazarı’ndan Trakya’ya, Sulukule’den Selamsız’a çeşitli Çingene semtlerini ve kentlerini dolaştı. Kendisini sadece Türkiye ile sınırlamadı. Varna’da, Tolbukin’de, Üsküp’te, Belgrad’da ve Kafkasya’da onların yaşamlarına tanıklık etti. Dış yüzleri aynalarla süslenmiş Çingene evlerinden, hala göçer geleneğini sürdürenlerin derme-çatma çadırlarına kadar “konuk” olmadığı çingene mekanı kalmadı.
Kitapta yer alan; Çingenelerin dili ve edebiyatı, Çingene olmanın felsefesi, Kakava ve Hıdırellez bayramları, düğünleri, kavgaları, davulcular, çiçekçiler, demirciler, müzisyenler ve ayıcılarla ilgili bölümler, yadsınıp yadırganan Çingenelerin onurlu yaşamının günışığına çıkmasını sağlıyor.
Kitap Osman Cemal Kaygılı’nın 1938 yılında yayınlanan “Çingeneler”inden sonra konu ile ilgilenenlere kaynak olabilecek en geniş kapsamlı çalışmadır.
(Tanıtım Bülteninden)
İlk Baskı Yılı : 2013
Sayfa Sayısı : 176
Türkiye’de demokrasinin gelişiminde “Kürt Sorunu” her zaman ayak bağı oldu. Önceleri bu sadece Kürtlerin sorunuyken 1984 sonrasında bölgede başlayan silahlı mücadele Türkleri de içine çekti.
Kürt Sorunu’nun çözümsüz olarak bu kadar büyüyüp gelişmesinde gazetelerin ve televizyonların ağır sorumluluğu inkâr edilemez. Çünkü gazetecilik yerine devletin resmi politikasına uyum sağlama yolu seçildi. Bölgenin fotoğrafı olduğu gibi Türkiye kamuoyuna aktarılmadı.
Ancak Türkiye’de gerçeğin peşinden koşan gazeteciler var. Nazım Alpman da bu “azınlık” içinde yer alan sayılı gazetecilerden biridir. “Gazeteci başta barış, demokrasi ve insan hakları olmak üzere insanlığın temel değerlerini savunur” ilkesine sıkı sıkıya bağlı olan Nazım Alpman, bölgeye bu gözle bakarak yıllardır gazetecilik yapıyor.
Kitaptaki makaleler Kürt Sorunu açından gazeteciliğin artı hanesine yazılacak metinleri oluşturuyor. Bir halkın çilesi sadece kendisine ait olabilir mi? Eğer böyle olursa insanlığın anlamı kalır mı?
Nazım Alpman bu soruların yanıtlarını da veriyor.
İlk Baskı Yılı : 2011
Sayfa Sayısı : 234
Marco Polo’dan Evliya Çelebi’ye nice seyyahın yolu İstanbul’dan geçmişti ama, bir kitap vardı ki, İstanbul’u ve İstanbul’dan çıkılıp, İstanbul’a varılan bir yolculuğu -buralara hiç gelmeksizin- inanılmaz güzellikte ve doğrulukta ayrıntılarla anlatıyordu. Kitabın adı, “İnatçı Keraban”; yazarı, bilim-kurgu edebiyatının öncüsü, tarih öncesine ve sonrasına uzanan sanal yolculukların müellifi Jules Verne’di. Verne’in bu az bilinen kitabı, geçen yüzyılın Karadeniz’ini ve Karadeniz insanını tanımak için eşsiz bir kaynak niteliği taşıyordu. Verne’in bölgeye geldiğine ilişkin (her ne kadar, yolculuğumuzun Romanya’daki etabında, o yöreye geldiğini söyleyenler olduysa da) ciddi bir kanıt yoktu. Büyük bir olasılıkla, varolan coğrafya kitaplarından, haritalardan yararlanarak yazmıştı bu kitabı da. Yani, gerçek bir yolculuk yerine, sanal bir yolculuğun izinden gidecektik… Türkiye’nin kültürel hinterlandı içinde çok önemli bir yeri olan Karadeniz coğrafyasında nelerin değişip, nelerin kaldığına tanıklık etmek, izlenimlerimizi okurlarla paylaşmak üzere “Altın Yollar”ın ilk yolculuğuna çıktık.
İlk Baskı Yılı : 2010
Sayfa Sayısı : 192
Sözlükler “seyahatname” hakkında, bir seyyahın gezip gördüğü yerler ve şeyler için yazdığı kitap tanımı yapıyor. Nazım Alpman da seyyah bir gazetecidir. “Yollardan Sonra” küçük bir seyahatname özelliği taşıyor. Yazarın seyahatlerinde oluşturduğu dostluklar, arkadaşlıklar ve anıların damıtılmış halidir. Ağırlığı Anadolu’nun özel bölgelerinde geçen bu yolculuk hikâyeleri, okura yeni pencereler açıyor. Anadolu’da gündelik hayat içinde kullanılan ve kentlerde yaşayanların hiç de aşina olmadıkları kelimelerle tanıştırıyor. Musandra, kile, senek bardağı, gürebi, keferiye, naçak, ıskarmoz, farş tahtası, livar, çırnık günümüzde de eskisi kadar sık kullanılıyor. Kitabın kapsamı sadece Anadolu ile sınırlı değil. Girit’ten Kırım’a, Batum’dan Münih’e yayılan bir coğrafyada insana yapılan yolculuğun hikâyesini bir solukta okuyacaksınız.
İlk Baskı Yılı : 2009
Sayfa Sayısı : 239
Bu kitap Anadolu toprakları üzerinde icra edilen 15 geleneksel el sanatının, hem tarihini hem de bugünkü durumunu, ustala rının anlatımıyla gözler önüne seriyor. Her ne kadar kaybolmaya yüz tutan el sanatlarımızı araştırmak amacıyla yola çıksak da, yaptığımız araştırmalar, aslında bu el sanatlarını yaşatmak için hâlâ ısrarla emek harcayan, hem üreten hem de sanatın gelecek kuşaklara aktarılması için çıraklarını sabırla eğiten ustaların varlığını bizlere hatırlattı.
İlk Baskı Yılı : 2009
Sayfa Sayısı : 141
EVVEL ZAMAN İÇİNDE BEYKOZ Beykoz tarihinde “Hafiye” diye anılan Fıtret Kurcan, 1.60 boyunda ve bir ayağı çocukluğundan beri engellidir. Beykoz futbol takımının hastasıdır, dışarlak maçlarını da kaçırmaz. 1972-73 sezonu ilk yarısının son maçı ve üçüncü ligdeki Beykoz deplasmanda, iddialı bir takım kuran Çanakkale’ye karşı oynamaktadır. Beykozlu Haldun bir gol atar, ama sayılmaz. Maç 0-0 berabere biter. Olaylar çıkar. Hafiye de maç sarhoşudur… Beykoz’lular şehirden ayrılırken, araba vapurunun güvertesinde ellerini boru yapmış, haykırır: “Çanakkale, Çanakkale, seni kurtaranın da…” Ama aynı Hafiye, normal zamanlarda hem Mustafa Kemal’ci hem de solcudur. |
|
Tüm Türkiye gibi Beykoz’un da 12 Mart’ın kurşun ağırlığı altında ezildiği 1972 yılında, ilçe seçmen kitlesi sağcı Adalet Partisi eğilimliyken, Hafiye tek başına kalsa da solda tutar dümeni. Deniz Gezmiş’in, Sivas Gemerek’te yakalandığı günlerdir. Beykoz iskelesinin hemen yanındaki Rasim’in Kahve halkı, solcu öğrenci lideri Deniz Gezmiş ve arkadaşlarını resmi devlet diliyle tanımlamaktadır: “Anarşistler!” Masalarda anlatılan “anarşist” masallarının bini bir paradır (ya da yaradır). Yok Rusya’dan para alıyorlarmış da, yok ağır silahları, çok adamları varmış da, bütün bankaları soyacaklarmış da, mış, miş, muş… Sonunda Hafiye’nin kafasının tası atar. Bir sessizlik anında, bütün kahvenin duyabileceği yüksek sesle, önündeki gazeteyi okumaya başlar: “Deniz Gezmiş yakalandı! Yapılan üst aramasında, sağ arka cebinde bir mitralyöz, ceketinin iç cebinden bir denizaltı, pantalon ceplerinden iki adet askeri jet uçağı, gömlek cebinden ise bir spor toto kuponu çıktı!” Hayatımda çok özel bir yeri olan, çünkü tanıdığım en iyi yürekli insanlardan biri ve hatta “vefa belleği” Nazım Alpman, Beykoz’un sözlü tarihini yazdı. “Yüzyıllık Beykoz Hikâyeleri” başlığı ve çok özenli bir baskıyla Beykoz Belediyesi Kültür Yayınları’nın 7. ürünü bu kitap, son zamanlarda okuduğum en hüzünlü ve eğlenceli yapıt. Beykoz’un AKP’li belediyesinin takdir edilesi bu girişimi, umarım başka kentlere, başka ilçelere de bulaşır. Üstelik biri pahalı, biri ucuz iki baskı halinde yayınlanmış, Beykoz’a yolunuz düşerse, oradan almanızı salık veririm, çünkü mahalleliye torpil geçilmiş, yerinde yüzde 40 indirimli satılıyor. Beykoz Genç Futbol Takımı’nın eski kalecisi Muharrem Ergül, 2003’te Belediye Başkanı olduğu ilçeyi, bakın nasıl anlatıyor: “Çocukluğumun geçtiği yerler, Ermeni mahallesi, Ali Bey Sokak, Şahinkaya ve Yalıköy… Buralarda çok farklı ve güzel insanlarla yaşıyorduk. Onlardan biri Hristo’ydu. Okul arkadaşım Seta vardı. İşte Merkez Camii, yazın babamız dinimizi öğrenelim diye bizi camiye gönderirdi. Çocukluk tabii, bazen kaçar, kilisenin bahçesindeki meyvelere dadanırdık. Papaz efendi bizim kulağımızı çeker, ‘Siz yine camiden kaçtınız değil mi? Koşun gidin camiye!’ derdi. Biz öteki ile barışık yaşamayı, onunla tasada kederde aynı olduğumuzu öğrendik. O öğrendiklerim, bütün yaşamımı yönlendirdi, biçimledi. Ve kolaylaştırdı. Çok özlüyorum onları. Keşke burada olsalardı. Geçenlerde Amerika’dan biri aradı. Mustafa Yavuz’un Bir Zamanlar Beykoz, albümü geçmiş eline. Orada kendi evini görmüş. Beni aradı, ağlayarak aradı. Muharrem, dedi, ‘Kuş olup kanatlanıp gelsem,’ dedi. Mahalleden arkadaşımdı…” Gayrimüslimlerinin yüzde 99’unu kâh döverek, kâh söverek, ama çoğunu “yaşam alanı”nı daraltarak gönderen Türkiye’ye, nedense yüzde 99 Müslüman olmak da yetmedi, sevgili okurlar… Eskiden gayrimüslimlerle Müslümanlar arasındaki uçurum, bu kez, belki de gerçek rakip yokluğunda, koyu Müslümanlarla, açık Müslümanlar arasında derinleşiyor. Gidenler, kuşkusuz ve her zamanki gibi uygarlar olacak… Ve geride kalanlar, kırmak için bula bula, nihayet kendilerini yansıtan aynaları bulacaklar karşılarında. Mine G. Kırıkkanat yazısı |
İlk Baskı Yılı : 2009
Sayfa Sayısı : 365
İlk Baskı Yılı : 2008
Sayfa Sayısı : 408
Eser; Beykoz’un yakın tarihini o dönemin tanıklarının anlatımıyla anlatıyor.
Gazeteci-Yazar Nazım Alpman tarafından kaleme alınan “Yüzyıllık Beykoz Hikâyeleri”, ilçenin yakın geçmişini o günlerin tanıklarıyla ve akıcı bir üslupla aktarıyor.
Baskı Yılı: 2007
Sayfa Sayısı: 250
Nazım Alpman seyyah bir gazetecidir. Gittiği yerlerde haber, izlenim, röportaj yanında kalıcı dostlar edinir, insan biriktirir. Bu unun en büyük özelliğidir. Türkiye’nin ve dünyanın değişik coğrafyalarında saatlerce hasret giderecek sayısız dostu vardır.
İnsan Yağmuru bu seyahatlerinde biriktirdiği insanların hikayelerini anlatıyor. Nüfus ettiği hayatların rengi onun içtenliğiyle bütünleştiğinde tadına doyum olmaz metinler ortaya çıkar. Elinizdeki kitap insan zenginliğinin eşsiz örneğini oluşturuyor.
Nazım Alpman’ın üslubu hüzünle başlayıp, neşeyle biten Çingene şarkılarını çağrıştırır. İçinde her şey vardır. Gözlerinizi dolduran özveriler, sarp yollarda tırmanan hayatlar, acıları bal eyleyen insanlar, sessizliğin zarafetiyle kendi yollarında tevazuu içinde yoluna devam edenler, insana saygıyı yaşam biçimi haline getirenler, küçük mutluluklardan büyük dünyalar kuranlar, yaşam ustalığının da örneklerini verirler.
Alpman’ın okurlarının ortak yargısı, “başladığın gibi bitiyor” şeklinde özetlenebilir. Onun yazıları kolay okunur. İnsan Yağmuru’nu da bir çırpıda okuyup bitireceksiniz. Kitap damakta kalan doyumsuz bir tat olarak kütüphanenizde yerini alacaktır.
Baskı Yılı: 2004
Sayfa Sayısı: 64
Çingene ya da ‘Roman’; kim, kendisini nasıl hissediyorsa öyle hitap edilsin istiyor. Bir alt kimlik probleminden öte, yaşamdan kaynaklanan “analitik” bir çıkarsama. Bütün bir hayattan süzülen; yaftalanandan çok edinilen, benimsenen bir niteleme…
Nasıl yaşıyorlar; ne yiyor/içiyorlar; düğünleri ve cenazeleri ile hüzünleri ve sevinçleri hakkında neler biliyoruz? Bütün bunları ve dahasını gazeteci/yazar Nazım Alpman defalarca gittiği Trakya bölgesinde inceledi, fotoğrafladı ve kaleme aldı… Herkesin ilgisini çekeceğini umuyoruz.