Fazıl Say’ın en sevdiği
Antalya 14. Piyano Festivali 8 Kasım akşamı Fazıl Say’ın, Su adlı yine piyano konçertosunun Türkiye’de ilk kez icrasıyla başladı. Say’a, şef Naci Özgüç yönetimindeki Antalya Devlet Senfoni Orkestrası eşlik etti.
Fazıl Say yeni bestesinin Dünya Prömiyeri ise bir süre önce İsviçre’de yapılmıştı.
Antalya Kültür Merkezi’nin Aspendos Salonu koltuk aralarını yerleştirilmiş sandalyelerle takviye edildiği halde muhteşem konseri ayakta izleyenler var. Fazıl Say Konseri bir müzik olayının çok üzerinde olduğunu bu alanın uzmanları teslim ediyorlar.
Su (Water) Konçertosu nasıl bir şey?
Bu bestesi için “olgunluk eseri” tanımlaması yapan Fazıl Say, aynen şöyle diyor:
-Orkestra renklerinde artık ustalaştığım ve en sevdiğim eserim!
Eser üç bölümden oluşuyor: Mavi Su, Kara Su ve Yeşil Su!
Mavi Su denizleri, Kara Su bir gece vakti göl kıyısını, son bölüm olan Yeşil Su ise akarsuları betimliyor. Mavi Su için “bir meditasyon denemesi” olduğunu söyleyen Say, denizin coşkulu devinimlerinden oluşan deniz şarkılarını, kabarmaları, sessizliklerini egzotik tınılarla anlatıyor. Gece vakti küçük bir göl kıyısında kuş ve kurbağa seslerinin işitildiği Kara Su bölümünde, göl sessizlik, ay ve ay ışığımotifleri üzerine bestelenmiş. Bir derenin sonsuz biçimde akışını hissettiren Yeşil Su bölümü suyun yeşil ve doğal halini dinleyicilere duyumsatıyor.
Yukarıdaki satırlar (doğal olarak bana ait değil) Andante Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Ahu Ünalp’e ait. Derginin Kasım sayısında yayınlanan makalesini okuyunca insan yaman meraklanıyor. Bakalım biz de bunları hissedebilecek miyiz?
Eğer piyanonun başında Fazıl Say oturuyorsa gözleriniz kapalı olarak “Evet” diyebilirsiniz. Konser salonu gerçekten bir meditasyon merkezinin sihirli havasına dönüşüyor. Fazıl Say ruhumuzu temizliyor!
Konserin ikinci bölümü ise daha bir sıcak rüzgarlar estiriyor. Nazım Hikmet, Metin Altıok, Cemal Süreyya, Orhan Veli, Can Yücel, Pir Sultan Abdal, Ömer Hayyam şiirlerinden Fazıl’ın bestelediği şarkılar 20 yıllık bir beklemenin ardından dinleyiciye ulaşıyor.
Neden yirmi yıl?
Fazıl Say onu da açıklıyor:
-Özel bir ses bekliyormuş demek ki…
Fazıl Say’ın “özel bir ses” diye takdim ettiği Serenad Bağcan, piyanonun tuşlarıyla aynı genetik yapıdan geliyormuşçasına Say ile bütünleşiyor.
Hani derler ya “ellerimiz patlarcasına alkışladık” diye… Fazıl Say-Serenat Bağcan ikilisi aynen bunu yaptırdılar. Konser bitiminde yaklaşık 10 dakika kesintisiz alkışlanan sanatçılar defalarca sahneye dönüp seyircileri selamladılar.
Fazıl Say’ın “en sevdiğim” dediği konçertosunu ve İlk Şarkıları’nı dinleyiciler de çok sevdiler!
Fazıl Abi şarkın var mı?
Fazıl Say sahnede anlattı. Çok kısa süre öne bir taksiye biniyor. Taksici çevresiyle ilgili bir şoför olduğunu belli ediyor:
-Fazıl Abi seni seviyoruz. Tamam, Mozart, Chopin falan iyi güzel…De biz anlamıyoruz ki!
Say dikkatle dinliyor şoförü, bakalım sözü nereye bağlayacak:
-Abi senin şarkın falan yok mu hiç? Biz de çalıp dinleyelim!
Say “İlk Şarkılar” albümü için sonunda “şarkılarım oldu” dedi:
-11 Kasım itibarıyla müzik marketlerde olacak!
Savaş’ız bir dünya!
Adını önce “Savaş Muhabiri” olarak duyuran Savaş Ay, meslek yaşamı boyunca hızlı ama istikrarlı bir yükselişle A Takımı adlı televizyon programıyla kitlelerin hayranlığını kazandı.
Hangi kademeye gelirse gelsin, o hep muhabir kalmayı seçti. Hiçbir anı kaçırmıyordu. Parmakları her zaman deklanşörünün üzerinde gezerdi. Diğer elinde ise polis kanalına bağlı telsiz alıcısı açık dururdu. Telsizden bir haber çıkmazsa, o İstanbul’daki büyük hastanelerin acil servislerini şöyle bir kontrol eder ondan sonra evine giderdi.
Habercilik dışında hiçbir şeyi ciddiye almadı. Kendisiyle de alabildiğine dalga geçerdi. Örneğin iltifat etmek için “Savaş zayıflamışsın” diyenleri şöyle yanıtlardı:
-Evet, karakter olarak!
Toplumun en alttaki katmanlarıyla nasıl içli dışlıysa kamuoyunu yönlendiren siyasiler, iş adamları, vali, kaymakam, belediye başkanları ve emniyet birimleriyle de o derece yakınlık kurabiliyordu. Bunların tamamını gazetecilikle sınırlı tutmayı da ihmal etmiyordu. İstanbul’da tartışmalı bir dönem geçiren ünlü bir polis müdürü ile yaptığı röportajda ondan şu sözleri kopartıp Sabah’ın manşetine yerleştirebilmişti:
-Silah sesi huzur verir!
Savaş muzipti. Şaka yapmayı severdi. Örneğin Milliyet’in genç gece muhabiri olduğu dönemde, Cağaloğlu’nda çay içmek için gittiği Günaydın gazetesinden Milliyet’e baskıyı durduracak bir haber ihbarı yapmıştı.
O sırada Milliyet’in büyük makinesi durduruluyor, genel yayın yönetmeni Çetin Emeç gece yarısı gazeteye geliyor. Ve Savaş’ın “şaka yaptığı” anlaşılıyor. Herkes ne olacağını merak ediyor. Emeç, Savaş’ı yanına çağırıyor:
-Sayende iyi bir prova yaptık!
1992’de Sunay Akın Nazım Hikmet’in 90. Yaş günü için 24 Saat Şiir etkinliği düzenlemişti. Kuruçeşme’deki Mülkiyeliler Birliği lokalinde herkes sırayla sahneye çıkıp şiirler okuyordu. Gece yarısı Savaş Ay ise akordeonu ile gelmişti Joan Baez’in “Dona Dona” şarkısını söylerken salona Zeynep Oral ile birlikte Joan Baez girmez mi?
Savaş durdu ve konuşmaya başladı:
-Benim bir hayalim vardı. ABD’ye gitsem, küçük bir salonda Joan Baez şarkı söylesin ben de dinleyeyim. Şu kadere bakın küçük bir salonda ben şarkı söylüyorum Joan Baez dinliyor!
Kuşağına yine bir “atlatma” yapan Savaş Ay’a “Ne yaptın böyle?” diye sorulabilseydi. Gülümseyerek şöyle yanıtlardı:
-Oğlum siz her zaman Savaş’sız bir dünya istemiyor muydunuz?
Evet istiyorduk, ama böyle değil!
:)) selam bu yazı için düşüncelerimi biliyorsunuz… sevgilerle