Akademisyenleri asalım

Bilim insanlığı ve yüksek ahlakın etkisini en iyi yine onlar bu ülkenin namuslu dürüst aydınları gösterdiler. Tıpkı 12 Eylül 1980’de başlayan askeri cunta döneminde olduğu gibi…

O yıllarda askeri cunta “demokrasi” isteyen herkesi içeri atmıştı. İçeri atamadıklarını da yurttaşlıktan çıkartmıştı. Yeni da bir biçimde açık cezaevi halindeki ülkemizde bir avuç yürekli insan kendilerini ortaya atarak kendini “kral” zanneden Kenan Evren’e (devlet başkanı)  hitaben kaleme aldıkları “dilekçe” ile cuntanın havası bozmuşlardı.

Cumhuriyet Tarihine “Aydınlar Dilekçesi” olarak geçen bu eylem, 12 Eylül döneminin en onurlu direnişlerinden birini simgeliyordu.

Önceki gün (15 Mart 2016) Çağlayan Adliyesinde üç değerli akademisyenin duruşmaları vardı. Barış İçin Akademisyenler adı altında kaleme aldıkları “Bu suça Ortak Olmayacağız” metnini imzaladıkları için Esra Mungan, Kıvanç Ersoy,  ve Muzaffer Kaya gözaltına alınıp, tutuklanma istemiyle hakim karşısına çıktılar. Ve tutuklandılar!

Akademisyenleri yalnız bırakmayan meslektaşları adına bir açıklama yapan Prof. Dr. Gencay Gürsoy, 1984’ün Mart verilen Aydınlar Dilekçesi’nin imzacıları arasındaydı.

Mart ayındayız. 1984 Mart’ıyla 2016 Mart’ı arasında tam 32 yıl var!

Yeni dilekçe, yine aydınlar, yine davalar, yine mağduriyetler, yine, yine yine…

Bir ülkenin negatif eğrisi bu kadar mı istikrarlı olur?

Birinci Aydınlar Dilekçesi sırasında Kenan Evren de deliye dönmüştü. Sinirden küplere binmişti. Manisa’nın Alaşehir ilçesinde kürsüye çıktı. Ve şu zavallı konuşmayı yaptı:

-Bunlar aydınmış… Vahdettin de aydındı! Ben ne yapayım böyle aydını?

Otoriterlik bu hale getiriyordu insanı. Ülkedeki her şeyin ona doğru akmasını, bu uysal dere içinde olanların da kendisine tapmasını istiyordu! Hem de hiç utanma-sıkılma belirtisi göstermeden!

İmzacı aydınlara dava açıldı haliyle: Aydınlar Dilekçesi Davası!

Yanıt da gecikmedi. O davanın en önünde yer alan Aziz Nesin savunmasında “Vahdettin’in aydın olup olmadığı tartışılır” dedi:

-Ama devlet başkanı olduğu kesindir!

O zaman da iktidarın kuyruğuna yapışmış birkaç yargı mensubu eksik değildi. Kenan Evren’e bir sunum bile hazırlamıştı:

-Efendim bunları (İmzacı Aydınları) idam istemiyle yargılanması hakkında naçizane çalışmamdır!

Davanın hem sanığı hem de avukatı olan İstanbul Barosu eski Başkanı Turgut Kazan, dört yıl öce çektiğimiz “Karanlık Günlerin Aydınlık Dilekçesi” adlı belgeselimizin sırasında bu bilgiyi bizlerle paylaşmıştı. 

Askeri yargıdan bile böylesi bir karar çıkartamayacaklarını anladılar. Etraflarındaki hukukçular “olamaz böyle bir şey” dediler. Dava idam istemli açılmadı. Hatta tutuklama bile yapılamadı.

Askeri Cunta dönemiydi. Demokrasi rafta idi. Darbeciler de henüz ipleri kimseye bırakmamışlardı.

Şimdi anadan 32 yıl geçtikten sonra Türkiye’nin yüz akı olarak tarihe geçecek olan Akademisyenler tutuklanabiliyorlar. Bu davaların ülkenin içinde bulunduğu karanlık hakkında yeterinden fazla bilgi verdiği açıktık.

Ama kendilerini çoğunluk tek partisinin koruyucu kanatları altında güvende hissedenler yetinmiyorlar. Daha fazlasını istiyorlar. Onların bu ipten kazıktan kurtulmuşluklarına denk gelen öneri de sayfanın tepesinde duruyor:

-Akademisyenleri asalım!!!

 

Posted in Genel.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir