Temiz Toplum Kampanyası 1990’ların başında Milliyet gazetesinde başladığında ben de seri röportajlar yapıp kampanyanın akademik boyutunu okurlara aktarıyordum. Ağırlığını hukukçular oluşturuyordu. Karşı cenahtan sadece bir kişi dizi yazıda yer almıştı. Banker Kastelli adıyla bilinen Cevher Özden o söyleşide tarihi bir saptama yapmıştı:
-Temiz Toplum için önce şu aç gözlerimiz doyacak!
Bu sözlerin ne kadar önemli olduğu 2020’lerde daha iyi anlaşılıyor. Doymak bilmez aç gözlülüğün ülkeyi ne hale getirdiğini daha iyi görebiliyoruz.
Eğer Temiz Toplum için mücadele edenlere bir ödül söz konusu olabilseydi, tartışmasız bu ödülün en fazla hak edeni Sedat Peker olurdu!
Peker, hiçbir savcının ortaya çıkaramayacağı kadar pisliği gözler önüne serdi.
Bizzat içinde yer aldığı düzeni ve çevresinde dönen dolapları birer ikişer açıklıyor. İddiaların ortasında yer alanların dilleri kulaklarına kaçmış durumda. Olsun onlar konuşmuyorlar diye yaşananlar yok sayılmıyor. Zaten kendilerini ve efendilerini savunmak için arada açıklamalar yapanlar, iddiaları onaylamaktan öteye gidemiyorlar.
Biz gazeteci olduğumuz için kendi “meslektaşlarımıza” bakıyoruz. Ne kadar güzel ilişkiler geliştirmişler! Gazetecilik reflekslerini cilalamak için anlattıkları her masalda daha da batıyorlar. Bir haber kaynağıyla röportaj yapmak için bakanı aradığını söyledikten sonra göğsünü gererek açıklıyor:
-Bana yap dedi!
Gazetecilik için her zaman “temas ve mesafe mesleği” denilir. 2010-2020 “kapalı dönemde” temas dibine kadar gelişmiş mesafe ise tamamen ortadan kalkmış…
İlerde “kirli gazetecilik” diye anılacak bu yıllarda, mesleğin bütün ilkeleri delik deşik edildiğini en kapalı gözler, duymaz kulaklar bile görebilir-duyabilir hale geldi.
Gazeteciliğin eski dönemlerinde de iş takibi yapan “parlak yıldızlar” vardı. Ülkeyi yönetenlere olan yakınlıklarını patronlarının iş dünyasındaki “sıkıntılarını” aktarmak ve çözüm talep etmek için kullanırlardı.
Sonra bunun bir adım ötesine geçildi. Bazı gazeteler tam kadro patronların hedeflerine odaklanmış halde yayın yapar hale geldiler. Usta gazeteci Necati Doğru bu “gelişmeyi” isimlendirmişti:
-Gazeteyi silah olarak kullanmak!
Bu yöntemi “en iyi” kullanan gazetelerin hepsi battı. Patronları da beyaz bayrak çekerek medyaya veda ettiler. Birkaç sivri örnek vermek gerekirse; 1980’lerin ilk yarısında Çavuşoğlu-Kozanoğlu ortaklığının Güneş gazetesini en başa koyabiliriz. İlk sahipleri ihya olamadılar. Ardından gelen Mehmet Ali Yılmaz ve Asil Nadir de Güneş gazetesiyle birlikte basın sektöründen silindiler. 1990’larda (sahici bir gazeteci aile geleneğine sahip) Dinç Bilgin ve Sabah gazetesinin hazin sonunu gösterebiliriz. Erol Aksoy ile Show TV aynı çıkmaz sokakta ilerlediler. Cem Uzan sahibi olduğu televizyon ve gazetelerle ülkeye el koymuş vaziyeti yaratmıştı. Devlete ait ne kadar temel sanayi kuruluşu varsa hepsini kendi şirketleri haline getiriyordu ki, işleri bir anda tepe taklak oluverdi. Çukurova Holding ve Mehmet Emin Karamehmet’in sahip olduğu bankalar ve medya organları da elinden uçup gitti. Medya mezarlığı yolunun son yolcusu ise Aydın Doğan Grubu oldu.
Gazetelerini ve televizyonlarını “silah gibi” kullananların tümü mutlu sona ulaşamadı.
Şimdi sahnede olanlar ise öncekilerin en kötü kopyaları. Gazeteciği hepten bırakıp yayın organlarını “daha gelişmiş bir” silah olarak halka doğrulttular:
-İnsansız ve insafsız medya!