12 Temmuz 2013 tarihli Hürriyet gazetesinin Kelebek ekinde Cengiz Semercioğlu’nun “+1 rüyası bitti” başlıklı yazısını görünce aşağıdaki satırların bir zorunluluk olduğunu düşünüyorum.
Semercioğlu, “+1’deki ayrıkların gerekçesi, patronajın Gezi Parkı olaylarında frene basılmasını istemesi” diyor…
Gezi Parkı’nda yaşanan gelişmeleri sıcağı sıcağına çekip iki bölüm belgesel yaptık. Çapulcular-1 ve Çapulcular-2 adlarını taşıyan Gezi Belgesellerinin birincisinde genç kuşağın görkemli çıkışını ekrana getirdik. Prof. Dr. Neşe Özgen, Sanatçı Şevval Sam, Yönetmen Yüksel Aksu, Deniz Gezmiş’in Haydarpaşa Lisesinden itibaren mücadele arkadaşı Mehdi Beşpınar, Taksim Dayanışması’ndan avukat Can Atalay, yazar Mine Söğüt, feminist Filiz Karakuş, Haspiye Günaçtı ve eyleme katılan 1990 kuşağından pek çok genç yaşadıklarını ve hissettiklerini anlattılar.
İkinci bölümde ise “medyanın sefaleti” üzerine bir toplama yaptık. Burada da +1’in haber performansının altı özellikle çizildi. Bu iki Gezi Parkı belgeseli +1 ekranlarında her biri 10’ar tekrarla ekrana geldi. Hala da tekrarlanıyor. Ayrıca Çapulcular’a yeni bölümler de eklenecek.
Büyük beğeni kazanan ve her yayından sonra tebrik telefonları yağmuruna tutulan bu belgeselleri Nazım Alpman’dan kim istedi dersiniz?
+1 tv’nin Yönetim Kurulu Başkanı Altan Ertürk!
Bu bir gerçek! Bu gerçek de hala +1 ekranlarında gösterilmeye devam ediyor.
Bunu yazmak benim için namus borcudur!
Yeni kurulan ve hızla gelişen umut kanalından toplu ayrılmaların yaşanması şüphesiz üzüntü vericidir. Tarafların arasında neler yaşandı, yaşanıyor tam olarak kendileri biliyorlardır. Ama ortada “açık” olarak görülen bir “fotoğraf” var:
-Gezi Parkı değil!
Cehennemden izinli çıkış
Türkiye’nin son bir ayı öyle bir görüntü veriyor ki, insanlara özel olarak hazırlanmış bir cehennemde çile çektiriliyorlar gibi… Samimi olmak gerekirse “gibisi” fazla kaçıyor sanki!
Artı Bir TV’de yayınlanmakta olan “Zaman Mekân İnsan” kuşağının yeni bölümleri için Kuzey Kıbrıs’a gelince bu “cehennem” olgusunu daha fazla hissedebiliyorsunuz!
Kuzey Kıbrıs’a son olarak Rauf Denktaş’ın katılıp, kazandığı son seçimi izlemek için 14 yıl önce gelmiştim. Kaderin garip cilvesi olarak şimdi de bir genel seçim dönemi yaşanıyor bu güzel adada… Kıbrıs’ın siyasi atmosferinin Türkiye ile uzak yakın bir ilgisinin bulunmadığını daha önceki yıllarda öğrenmiştim.
Her şeyden önce burada olağanüstü bir uygarlık düzeyi mevcut… Siyasi partiler en sert söylemlerle birbirlerini eleştirseler bile liderler, adaylar birlikte oturup samimi sohbetler yapabiliyorlar.
Tartışmalı bir televizyon programında Rauf Denktaş’ı ağır sözlerle itham eden sosyalist soldaki Şener Levent, program boyunca “Denktaş Bey” diye hitap etmişti. Özel bir saygı ifadesi olarak soyadına “Bey” takısı eklenen tek kişi Denktaş’tı… Levent de bu geleneği bozmamaya özen gösteriyordu. Program bittiğinde de Denktaş yerinden kalkıp Şener Levent’in yanına giderek onun elini sıkıp öyle ayrılmıştı.
Temmuz ayının 28’inde yapılacak genel seçimler öncesinde aynı ılıman siyasi kültürün izlerini görebiliyorsunuz. Kavgasız, gürültüsüz, hakaretsiz, saldırısız bir seçim kampanyası sürüyor.
Mağusa Belediye Başkanı Oktay Kayalp “bizde seçimler hep böyle olur” diyor. Sonra de kendileri açısından mutlu bir gelişmeye gönderme yapıyor:
-Cumhuriyetçi Türk Partisi (ÇTP) iktidara geliyoruz!
Kamuoyu araştırmaları ve genel eğilimin bu yönde olduğunu belirtiyor. Oktay Kayalp 1994’ten beri yapılan bütün yerel seçimleri kazanan CTP’li bir başkan… 14 yıl aradan sonra onu olduğu gibi bulduk. Sadece saçları biraz kırlaşmıştı o kadar!
Türkiye’nin Kuzey Kıbrıs’a her dönemde “ağabeylik” pozisyonunda görmesi çok tuhaf oluyor.Düşük IQ’lu bir ağabeyin üstün zekalı kardeşine hükmetmesi gibi!!!
Mağusa’da yoğun bir çalışma temposundan sonra, Mağusa Festivalinin o geceki konuğu (9 Temmuz) İspanyol sanatçı Luz Casal’ın Salamis Antik kentindeki olağanüstü konseri ödül değerindeydi.
Türkiye’den birkaç gün uzaklaşıp her hangi bir ülkeye gittiğinizde ilk hissettiğiniz duygu şu oluyor:
-Cehennemden izinli çıkış!