Ülkemizde her gün, “geriye doğru” bir adım atılıyor. Cumhuriyet’in 100.Yılında “Kahrolsun Cumhuriyet” deme özgürlüğünü elde edenler yeni hedeflerini açıklıyorlar:
-Şeriat istiyoruz!
Yanında bir de “Hilafet” olsa dileklerini ekliyorlar.
Hal ve gidiş bu vaziyetteyken, gericilerin taarruzlarına maruz kalanlar, “detaylar” üzerinden birbirlerine savaş ilan edebiliyorlar. İster istemez topluca akıl sağlığımız sinyal vermeye başlıyor. O vakit bu köşede 2020’nin 24 Eylül’ünde yayınlanan yazıya davet etmek gerekiyor:
-Buyurun akıl hastanemize!
“Uzun zamandır gizli saklı hazırlanıyorduk bugünlere… Önce tersten okuma derslerine başlamıştık. Bu şekilde aramızda konuştuklarımızı, doktorlarımız, hemşirelerimiz, hasta bakıcılarımız ve diğer hastane personeli anlamıyorlardı. Hatta komik buluyorlar, bizlere gülümsüyorlardı.
Arada bize izin de veriyorlardı. Çıkıp bahçede oyunlar oynayıp eğlenmemizi izliyorlardı. Bir bölümümüz hastane binasının önüne dizilip, savunma düzeni alıyor, diğerlerimiz de karşı cenahta toplanıp mahsusçuktan saldırıyorduk.
Doktorlar bize ne oynadığımızı sorduklarında, “önemli değil” diyorduk:
-Hastaneyi ele geçirme oyunu oynuyoruz!
Bu cevap üzerine hep birlikte katıla katıla gülüyorduk. Böyle bir şeyin mümkün olabileceğine kimse inanmıyordu.
Bazen doktorlarımız da oyuncu olup hastaneyi ele geçirme ekibine katılıyorlardı. Hatta saldırıyı yöneten kumandan rolünü üstleniyorlardı:
-Haydi saldırın!..
Biz de saldırıyorduk.
Ama mahsusçuktan… Savunma ekibinden hafif yaralananlar oluyordu. Ama bize ceza verilmiyordu. Netice itibarıyla bu bir oyundu.
Biz bu hastaneyi ele geçirme oyunlarımız sayesinde bir hayli taraftar topladık. Oyunlara katılmayıp uzaktan izleyenlerden bazıları bize katılmaya başladılar.
Giderek çoğalıyorduk. Bu oyunlar sayesinde hastanenin birlik ve beraberliğini de güçlendiriyorduk.
Bizim oyun kurgulayan ekibimiz daha da güçlenmemiz için “azılı hastalar” bölümündeki arkadaşlarımızı da oyunlara dahil edilmesini istiyorlardı. Hastane yönetimiyse bu teklifi tehlikeli buluyordu. Ancak bazı doktorlar bize destek veriyorlardı. Azılı arkadaşlarımızın bu şekilde rehabilitasyon sürecine dahil olabileceklerini düşünüyorlardı. Çok iyi niyetliydiler.
Onlar bizim ilerde yollarımızı ayıracağımız taktiksel dostlarımızdı. Bu durumu onlara söylemedik, elbette… Böylece zincirli bölümlerin de kapıları açıldı.
Neyse çok uzatmayayım, önceki akşamüstü yine taarruz – savuma oyunumuzu oynarken biz tam gaz saldırıp hastane binasının yönetim katına girdik.
Başhekim daha çıkmamıştı, bizi görünce önce şaşırdı. Kızacak gibi oldu, yüz ifadesi anında değişti. Korku gözlerinin ta içine oturmuştu:
-Gelin bakalım çocuklar!
-Zaten geldik, sizi almaya!.. Hah, hah, ha!
Başhekimden başlayarak bütün hastane kadrosunu bir araya topladık. Şaşkın gözlerle bize bakıyorlardı.
Afallamalarının derecesine göre hepsine sakinleştirici ilaçlar verdik. İçmemekte direnen olursa, onları yere yatırıp iğne yapıyorduk.
Teşhis koymak meğerse ne kadar kolaymış. Hiç ses çıkartmayanlara dokunmuyorduk. Ama yönetim kademesi bizi biraz zorluyordu:
-Ne yapıyorsunuz siz? Biz doktoruz!.. Siz de hastasınız. İçinizde toplum için çok zararlı olanlarınız var. Hatta ilacını almadığında bağlanması zorunlu hale gelenlerinizi biliyorum.
Bu derece aktif olan doktorlardan bir bölümüne bizim için hazırlanmış olan “deli gömleklerini” giydirip bodrum katlarındaki hücrelere kapattık.
Yönetim dönemimiz tarihe geçecek, bundan eminiz. O yüzden her anı kayıt altına almak istiyoruz. Notlarımızı topladığımız bir defterimiz var:
-Tımarhane Günlüğü!”