Türkiye basın özgürlüğü acısından tam anlamıyla bir gazetecilik cehennemi görünümü arzediyor. Şubat 2018 itibarıyla cezaevlerinde 150 tutuklu gazeteci bulunuyor.
Geçtiğimiz hafta (16 Şubat 2018) Ahmet Altan, Mehmet Altan ve Nazlı Ilıcak’a ağırlaştırılmış müebbet hapis cezaları verildi.
Bunlar elbette ülkemizin dış dünyadaki itibarına zarar veren görüntüler.
Keşke olmasaydı.
Ama basın özgürlüğü açısından Türkiye’ye en büyük itibar kaybını tutuklu gazeteciler ile müebbet hapis cezaları alan gazeteciler vermiyor.
Esas itibar kaybına yabancı ülkelerin bakan, başbakan ve devlet başkanları sebep oluyor!
•••
Türkiye’nin kendine özgü koşulları nedeniyle sebepsiz yere tutuklanıp cezaevlerine konulmuş, gazetecilerinin, insan hakları savunucularının içerden çıkartılması için, müthiş bir çaba gösteriyorlar.
Bazı ülkelerin devlet başkanları telefon diplomasisiyle sorunu çözüyorlar. Kendi ülkesinin vatandaşı gazetecinin tahliye, şartlı serbest bırakılma veya sınır dışı edilmesi suretiyle özgürlüğüne kavuşmalarını sağlıyorlar.
Bu işlemler için avukat tutup, Türkiye’nin bağımsız yerli ve milli yargı sistemi içinde hukuk mücadelesi verdirmiyorlar.
Devreye doğrudan girip, ülkenin en üst yöneticileriyle yüz yüze görüşerek meselelerini hallediyorlar.
Bu etkinliklerin en sonuncusu Almanya vatandaşı gazeteci Deniz Yücel için yapıldı. Almanya Başbakanı Ancela Merkel ile Türkiye Başbakanı Binali Yıldırım’ın görüşmesi esnasında Deniz’in tahliye edilmesi gündeme geldi. Zaten Merkel bu konuyu defaten gündeme getirmiş, derhal serbest bırakılmasını istemişti. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ise asla böyle bir şey olamayacağını Deniz Yücel’in terörist-casus olduğu konusunda ellerinde çok sağlam kanıtlar bulunduğunu söylemişti. Hatta kendisinin Cumhurbaşkanlığı makamında bulunduğu sürece dışarı çıkamayacağının da garantisini veriyordu!
Ama Yıldırım-Merkel görüşmesinde iki büyük ülke bu küçük sorunu tatlıya bağladı, bağımsız yerli-milli yargı sistemi bir yıldır hakkında suçlama yapılamayan Deniz Yücel için hızlandırılmış şekilde iddianame hazırladı, tahliye talebiyle mahkemeye sevketti, mahkeme de anında bu özel durumu değerlendirdi, Deniz Yücel adeta hapishanenin dışına fırlatıldı.
Bu işlem son hızla yapıldı ki ülkede basın özgürlüğü konusunda var olan hassasiyet dosta ve düşmana gösterilmiş olundu.
Deniz Yücel bir senelik durgunluktan sonra bir anda bu kadar hızlı biçimde adaletin yerini bulmuş olmasına sevinmedi, “Neden tutuklandığımı bilmediğim gibi neden serbest bırakıldığımı da bilmiyorum” dedi.
Özgürlük sevinci ve mutluluğu insanı böyle yapıyor işte. Halbuki biz Türkiyeli gazeteciler (içerdeki ve dışarıdaki) çok sevindik.
İnşallah dedik, hapisteki bütün gazeteciler de en hızlı biçimde tahliye edilirler.
•••
Yalnız şöyle bir sorun var:
Hapisteki gazetecilerin serbest bırakılmaları için onlar adına; ellerine aldıkları güçlü kozlarıyla pazarlık yürütecek, bizim başbakanımızı ikna edecek, basın özgürlüğü konusunda duyarlı 150 adet yabancı devlet başkanı veya başbakanı nasıl bulunacak?
Tabii bir de hapisteki gazetecilerin böylesine duyarlı başkan ve başbakanlara sahip ülke vatandaşı kimliği bulmaları gerekiyor.
Zor ve zahmetli bir yol olduğu kabul edilmeli.
Daha kolayı ne olabilir?
Mesela Türkiye’nin bir hukuk devleti olduğu kabul edilerek, yargı bağımsızlığı ilkesi bir KHK ile bütün adliyelere duyurulup, olmayan suçlarla, uzun tutukluluk hallerine son verilmesi gerektiği hatırlatılabilir.
Ayrıca Ankara merkezli “Anayasa’ya Sadakat Haftası” düzenlenip, Mehmet Altan ve Şahin Alpay için Anayasa Mahkemesi’nin verdiği “hak mağduriyeti oluşmuştur, tahliye edin” kararı uygulanabilir.
Bu arada da “ben bu Anayasa’ya uymayacağım” türünden demeçler verilmemesi için yeniden ant içme merasimi de yapılabilir.
Ülkemizin dış âlemdeki itibarı için yapılacak şeyler görüldüğü gibi, Almanya ile yapılanlardan çok daha basit ve kolay bir yolu işaret ediyor:
Aklın yolu!