(Nükhet İpekçi İzet’in, Abdi İpekçi’nin mezarı başında yaptığı konuşmanın tam metni)
Abdi İpekçi’nin başında 35. Yıl buluşması…
Otuz beşinci yılda, bir kere daha buluştuk. Süreklilik gösteren, aklıyla kalbiyle kalemiyle var olan herkese ve yıllar boyunca, gönüllü olarak avukatlığımızı üstlenen Turgut Kazan’a sonsuz teşekkürlerimi sunmak isterim. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’ne ve babamın cemaati, camiası, ailesi gibi bildiği Galatasaray Lisesi ile Milliyet Gazetesi’ne, varlıkları için çok teşekkür ederim.
Artık net bir birliğe doğru hızla gidiyoruz: Çok esaslı bir infazlar ülkesi olduk. İster canlarımız bir anda böyle alınmış olsun, ister diri diriyken hakkımızda operasyonlar yürütülmüş olsun, her birimizin, birer celladı var. Ama asıl o cellatları görevlendiren, yönlendirenler var. Destekçileri, alkışçıları, koruyan ve kollayanları var. Örgütleri var. Hangimizin celladı, diğerimizin mağduru? Hangimiz mağduru, diğerimizin düşmanı ya da kahramanı? Kim kimin maduru? Kim kimin celladı? Bazen hepsi birbirine karışıyor. Her birimiz, bir diğerimizin ötekisi haline getiriliyoruz. Öte yandan mağduriyetler bakımından, hepimiz, birbiriyle iç içe geçmiş mükemmel bir düğümüz!
Biz bu tür bir düğümün içindeyken, mezarı, buradan otuz kırk adım ilerideki Cavit Orhan Tütengil, sanki otuz beş yıl uzağımızda değil de çok yakınımızdaymış gibi duruyor. “Toplumda bir sorun varsa, bu sorunu çözme gereği de vardır” diyor, bize…
Çözülmemiş cinayetlerimiz, katliamlarımızla, yetmiş yedi yıl, altmış altı yıl, kırk iki yıl, otuz beş, otuz dört yıl, yirmi bir yıl, yedi yıldır birlikteyiz. Daha önce, memleketin ötesinin ötesinde gibi duran Uludere, artık Roboski adıyla hep yanı başımızda… Geriye doğru şöyle bir baktığımızda, bedeninde hiç zehir bulunmasa bile, üstüne doğrultulan namlu, hep aklımızda kalacak bir başbakanımız, boynu idam ilmekli başka bir başbakanımızla, mekanları ve zamanları aşarak yan yana gelirken, diğer bir başbakan, dehşet içinde kontrgerillayı ağzında geveliyor. Devlet için kurşun atmayı, kurşun yemeyi dillendiren bir başbakan ise rahatça gülümseyebiliyor.
Böyle bir infazla ülkesinde, yılın bir gününde, bir tek kişi hakkında söz etmeyi anlamlı bulmuyorum. Uğradığımız haksızlık ve adaletsizlik bakımından, hepimiz eşitiz; verdiğimiz görüntülerde de eşit olmalıyız. Sadece birkaç yere yoğunlaşmaktan kaçınarak genel bir bakışla, hukuk tekniği talebinde bulunmalıyız.
Bu tür suçların, zamanla aşılamayacağını şimdiye kadar hiç anlatamadık. Dosyaların ortadan kaldırılmasına, o katledilen canların yok hükmünde sayılmasına karşı toplu suç duyurularında bulunabilirdik.
Devlet adına işlenen cinayetleri karanlıkta bıraktıranların yargılanmasını, hep bir ağızdan isteyebilirdik. Vicdan sahibi tanıklara ve itirafçılara daha fazla güvenceler verilmesini talep edebilirdik. Şu günlerde, görevden alınan savcılar için gösterilen duyarlılık, itirafçı Ayhan Çarkın ve infaz timindeki arkadaşlarının tutuklanmasından sonra, o dosyaya bakan savcının görevden alındığı gün de gösterilebilirdi. 16 Nisan’da, ilk duruşması görülecek olan Avukat Yusuf Ekinci cinayetiyle ilgili dava, geçmişimizle yüzleşebileceğimiz önemli bir fırsat olacak. Kutsal devleti korumayı, hukuk devletine tercih edenlerin, gün yüzüne çıkartılabileceği çetin bir sınav olacak. Bu sınava hep birlikle katılmamız, Tarık Ziya Ekinci’nin deyişiyle, hem devletin gerçek anlamda temize çıkmasını hem de ülkemizde demokratik hukuk devletine giden yolun açılmasını sağlayabilir.
Can hakkı, yaşama hakkı adına, hep bir arada olabilmemiz dileğiyle…
Nükhet İpekçi İzzet