Türkiye’nin yakın tarihi birbirinden karanlık ve kanlı katliamlarla doludur. Hangisinin dosyasını açarsanız daha birinci sayfasında aynı zanlıyı görünsünüz:
-Devlet!
16 Mart 1978 günü de İstanbul’da üniversite öğrencilerinin üzerine atılan bomba ile 7 öğrenci hayatını kaybetti, 41’i de yaralandı.
Yaşandığı gün gazete manşetleri hazırdı: Karanlık güçler iş başında!
Her nasıl oluyorsa bütün olaylar devletin güvenlik güçlerinin gözleri önünde cereyan ediyor ama katiller bir biçimde kaçmayı başarıyorlardı!
Oysa olaylarda “karanlık” yoktu, “kararlılık” vardı. Olaylardan sonra etkili-yetkililer aynı demeçleri veriyorlardı:
-Devletimiz güçlüdür!
Bunun gerçek anlamının “devletimiz her şeyi yapacak güçtedir” demek olduğunu sonradan anlayacaktık.
16 Mart 1978 Katliamı da öyle oldu. Devletin istihbarat birimlerinin belgelerine göre böylesi bir saldırının yapılacağı resmi olarak 7 Mart 1978 tarih 1. D. 2 12780 kodu ile kayıtlara geçmişti. Ama bu bilgi olaylardan tam 22 yıl sonra ortaya çıktı.
İstanbul Emniyet Müdürü Şükrü Balcı ile birlikte polis şefleri Süreyya San görevi ihmalden yargılanıp delil yetersizliğinden beraat ettiler. Olay yerinde görev yapan komiser muavini Reşat Altay ise öğrencileri koruma konusunda yeterli özeni göstermediğinden aynı şekilde beraat etti.
Oysa güvenlik kuvvetlerinin hepsi üzerlerine düşeni eksiksiz yapmışlar ve bu sayede de 16 Mart Katliamı gerçekleşmişti.
Öğrencilerin üzerine bombayı atan ülkücü Zülküf İsot Beyazıt’a kadar polis aracıyla getirilmiş, kendisine son anda “hadi” denilmişti:
-Bombayı sen atacaksın!
Zülküf’e talimatı veren ise onun kan kardeşi Latif Aktı idi! Bu kadar ayrıntıyı nereden biliyoruz?
Zülküf’ün ablası bunları olduğu gibi anlattı, Can Dündar da hem yazdı hem de belgeselini yaptı.
Zülküf çok pişman olmuştu… Ablasının dizinde “çığlıkları hala kulaklarımda” diye ağlamıştı… O yıllarda “davadan dönen” vuruluyordu. Zülküf de “dönecek” gibi duruyordu, vuruldu!
Kim vurdu?
Onu Kars’tan çağırıp İstanbul’a getiren, polis aracına bindirip eline bombayı veren, kan kardeşi(!) Latif Aktı!
Olay yerinde görevli toplum polisi Yahya Gergin yıllar sonra konuştuğunda şöyle diyecekti:
-Ben bombayı atanı görmüştüm, peşinden koştuk bir grup arkadaşla… Fakat başımızdaki amir ‘durun-koşmayın’ dediği için bıraktık kaçtı!
Polis minibüsüyle gelen bombacı polis şefinin talimatıyla yakalanmaktan kurtulmuştu.
O tarihteki genç komiser muavini Reşat Altay yıllar sonra Trabzon’da emniyet müdürü oldu. Hrant Dink’in katledilmesinde de bir “kusuru” görülmedi!!!
Her 16 Mart’ta İstanbul’un orta yerinde açılmış kocaman bir yara kanamaya devam ediyor. O gün hayatlarını kaybeden Abdullah Şimşek, Baki Ekiz, Cemil Sönmez, Hamit Akıl, Hatice Özen, Murat Kurt ve Turan Ören, düştükleri yerde doğrulup soruyorlar:
-Katillerimiz nerede?
Bu sorunun sahici yanıtını veremediğimiz sürece rejim ne olursa olsun, bu devasa organizasyonun adı değişmeyecektir:
-Düzenli Katliamlar Ülkesi!
Düzenli katliamlar ülkesi
Posted in Köşe Yazıları.