Elazığ’da 24 Ocak 2020 Cumartesi günü saat 20.55’te meydana gelen 6.8 büyüklüğünde deprem bir kez daha gösterdi ki, ülkemizin fay hatları çok tehlikeli yer sarsıntıları üretebilecek kapasitededir.
Bir şey daha gördük: Arama kurtarma ekiplerimiz en üst seviyede teknik yetkinliğe ulaşmışlardır!
Depremin kısa bilançosu sıralaması yapılırken ilk basamakta bu olgu yer alıyordu:
-Arama kurtarma ekiplerimiz 46 kişiyi sağ olarak göçük altından çıkartmışlardır. (41 kişi ölmüş, 1607 kişi de yaralanmıştı.)
Onun dışında her şey bildiğimiz gibi olduğu için fazla önemsenmemeliydi. Zaten de önemsenmedi.
Kızılay’ın varlığı da çok önemliydi. O Kızılay ki dünyanın dört bir yanında başları felaketten kurtulmayan Müslüman milletlerin yardımına ilk koşan teşkilat olma başarısını gösterebiliyordu.
Elazığ depreminde de yine Kızılay vardı. Kendi milletinin de yardımına pekala koşabildiğini dosta düşmana göstermişti. Bazen koşamadığı oluyordu. Mesela 10 Ekim 2015 Ankara Gar Katliamında yaralıların aileleri hastane bahçelerinde perişan haldeyken onlara yardım için çağrı beklediklerini dönemin Kızılay Başkanı televizyon kanallarına canlı yayında telefonla bağlanarak izah etmişti:
-Biz çağrı aldığımız her yere gidiyoruz!
Gerçekten de Kızılay yardım çağrısı aldığı her ülkeye gidiyordu. Ankara Gar Katliamı esnasında da Türkiye’den bir çağrı almadıkları için katliama uğrayanları televizyon ekranlarından izlemişlerdi.
Elazığ’da da bazı Alevi köylerine yardım hiç ulaşmamıştı. Ama bunda bir kasıt yoktu. Bazı Alevi köylerine Kızılay yardım yollamış, üç aileye bir çadır bırakıp gitmişlerdi. Hızlı hareket etmek zorundaydılar. Çadır kuracak zamanları yoktu. Dünyanın her yerine yardım “götürme” aşkıyla yanıp tutuşuyorlardı.
Kızılay’ın “götürme başarısı” göze geldi. Ya da nazar değdi. Nasıl olduğu anlaşılamayan bir şekilde Başkent Gaz adlı bir şirket Kızılay üzerinden dinci Ensar Vakfı’na 8 milyon dolar bağışta bulunduğu ortaya çıktı.
Neden böyle bir şeye gerek duyulur ki?
Kafalardaki bu soruyu Kızılay Başkanı Dr. Kerem Kınık bir ekonomi duayeni kıvamında izah etti:
-Vergi kaçırmak başkadır, vergiden kaçınmak başka şeydir!
Şahane bir açıklamaydı.
Herkes “pes” dedi. Ancak bu kadar olurdu. Olgunluğun, -ki buna pişkinlik de diyenler var- bu boyutlara erişebileceğini kimseler tahmin edememişti.
Kızılay’ın nereden nereye geldiğini, hatta orayı da geçtiğini böylece cümle alem gözleriyle gördü, kulaklarıyla duydu. Kızılay gelişiyor, genleşiyor, büyüyor, enginleri aşıyor, sadece kendi ülkesine biraz şaşıyordu.
Olur artık o kadar… Bunu yaşa vermeli. Kızılay -şaka değil- 152. yaşını sürüyordu.
Kızılay’ın son derece geniş bir bürokrasisi vardı. Alt düzey yöneticileri 12-13 bin lira, üst düzey yöneticileri de 26-31 bin lira arasında aylık maaş alıyorlardı.
Kızılay’ın yönetimi son derece itibarlı koltuklardı. Bu itibardan da tasarruf edilemezdi.
Düşünsenize; kendisine faydası olamayan bir kurumun başkalarına nasıl faydası dokunur ki?
Kızılay vizyonu olan bir kurum haline geldi. Çok fazla vizyonu bulunuyor. Kızılay’ın internet sitesinde hepsi yer alıyor. 2016-2020 vizyonu var. Yetmiyormuş gibi bir de 2020-2030 vizyonuna sahip. Bu kadar vizyona dağ dayanmaz. Kurumun her yerinden vizyon fışkırıyor.
Bu derece gelişmiş, pişmiş, finansal dünyaya taklalar attırmış yardım kurumunun adı da kendisine dar geliyor olabilir. Artık şanına, çapına en önemlisi vizyonuna yaraşır bir ismi hak ediyor:
-Şanlı Büyük Kızılay!