Başbakan Tayyip Erdoğan 16 Haziran 2013 Pazar günü Kazlıçeşme’de resmi adı “Milli İradeye Saygı” olan, ama fiilen “Kişisel Moral Eğimi” olarak kabul edilebilecek toplantısı tarihi niteliğe sahipti.
Demokrasinin yaygınlaştırılması için gelmiş bir lider konuşma yaptığı kentin büyük bölümünü polis terörüne emanet edip, başka şehirlerden otobüslerle teknelerle taşınmış kalabalıklara hitap etti.
Erdoğan önce İstanbul’un ilçelerini sayarak yoklama yaptı. Her ilçe adı geçtiğinde kalabalıklar “burada” diye ona moral verdiler.
Bir İstanbul Mitingi idi. Ama her nedense Erdoğan ilçeleri bitirince birden coğrafya atlamaları yaptı:
-Malezya, Kuala Lumpur burada mısınız?
Malezya adına da Türkçe yanıt verildi:
-Buradayız!
Yeter ki Başbakanımız mutlu olsun kavlinden bir yanıttı bu… Çünkü AKP’nin Kuala Lumpur seçmeninden alacağı oyu yoktu. Zaten ülkeler farklı, sistemler farklıydı. Kardeş şehirler olabilirdi ama “kardeş seçim sandıkları” olamazdı!
Başbakan herkesi suçlayarak ilerliyordu.
Erdoğan öyle bir yelpaze oluşturdu ki, alandakiler ile kendisinden başka herkesin “yanlış yolda” ilerlediğini iddia etti.
Eğer bu tespitleri seçim öncesinde iktidara aday bir partinin lideri olarak söyleseydi çok önemli değildi. Erdoğan bu ülkede 11 yıldır iktidarda. İcranın başı olarak herkesin Başbakanı!
Ama o kendisini öyle görmüyor. Başbakan “Ben” diyor:
-Bana itaat edenlerin Başbakanıyım!
Hedef gösteriyor, hainlikle suçluyor, hesap soracağını açık olarak söylüyor.
Artık hiç kimseyi dikkate almıyor. Her zaman Erdoğan’ın yayında olmuş Fehmi Koru, Star gazetesinde16 Haziran 2013 tarihli köşesinde şöyle diyordu:
“Umarım Hükümet (yani Erdoğan) yeni bir zamanlama hatası yapmaz. Gençleri ve Gezi Parkını kendi haline bırakır, zamanla çözülür…”
Beyoğlu ilçesinde bulunan Gezi Parkı İstanbul’un sorunu… Beyoğlu Belediye Başkanı var. İstanbul Büyük Şehir Belediye Başkanı var. Bunlar sorunu halledebilirler. Ama Erdoğan kendisinden başka kimseye saygı göstermiyor. Sadece kendisine saygı gösterilsin istiyor. AKP’li belediye başkanları dahil herkesi ezip geçiyor.
Uzlaşma görüşmesine gelenleri azarlıyor. Duvarlara yazılan sloganların ruhunu çözemiyor. Sadece polis şiddetiyle herkesi hizaya getireceğine inanıyor.
Bu haliyle de ürperti veriyor. Kendisini sevenler arasında bile endişe yaratıyor.
Kazlıçeşme Mitingini televizyonlardan izlerken psikiyatr bir hekim ağabeyim aradı:
-İnternete gir Amok Koşucusu maddesine bak… dedi.
Girdim, baktım… Şöyle diyor:
AMOK KOŞUCUSU: Malezya ve Hindistan’da görülen bir tür çıldırma durumu. Amok Koşucusu bugün dünyanın her yerinde benzer cinnet olaylarının failini tanımlamak için kullanılır. Aslen Malezya’ya özgü tarihsel ve kültürel unsurlardan kaynaklanmaktadır. Kökeni bir çeşit intihar intihar komandosu geleneğine dayanır!
Okuduktan sonra doktor ağabeyimi aradım ve sordum:
-‘Merhaba Malezya’ için mi söyledin, Amok Koşucusunu?
Güldü “ben hekimim siyasetten anlamam, ama edebiyata ilgim vardır” dedi:
-Avusturyalı yazar Stefan Zweig’ın 1922’de yazdığı ünlü eseri Amok, Türkçe’ye Amok Koşucusu olarak çevrildi. Can Yayınları arasından çıkmıştı!