Maden işçisi ahlakı!
Madencilerde çok gelişmiş bir dayanışma ruhu vardır. Burada kastettiğimiz elbette maden ocağı sahipleri değil yerin yüzlerce metre altında ölümle kol kola çalışan maden işçileridir. Onlar tam anlamıyla “takım ruhuna” sahiptirler.
Madenci için vardiya arkadaşı, ailesinden bile yakın olabilir. Çünkü onunla her gün birlikte ölümle-yaşam arasındaki ince çizgiyi birlikte geçerler.
Birinin başına kötü bir şey geldiğinde diğeri onu kurtarmadan madeni terk etmeyecektir.
1992’de Zonguldak-Kozlu faciasında (grizu patlaması-293 ölümlü katliam) sağ kurtulan bir madenciyle röportaj yapıyordum. Kaza anını anlatırken şöyle demişti:
-Patlamayla birlikte sıcak hava dalgası geldi hepimizi yere yapıştırdı. O sırada üzerimizden alev topu geçmiş. Ayağa kalktık. Baktık yara bere yok hiç birimizde, patlama olan galerinin yerini bulmak için o yöne doğru yürümeye başladık!
-Kaza olmuş, siz kurtulmuşsunuz, ocağın ağzına (giriş kapısı) gitmeyi, yeryüzüne çıkmayı düşünmüyor musunuz?
-Dışarı çıksak, içerde kalanları kim kurtaracak? Yine biz ineceğiz aşağıya. Hazır içerdeyiz, daha çabuk ulaşırız onların yanına… Nitekim pek arkadaşımızı sağ salim çıkarttık o gün!
Bu “destansı dayanışma ruhu” ne yazık ki, maden sahiplerine katiyen sirayet edemedi.
Eskiden madenler devlet tarafından işletilirken, madenlerde görev yapan üst düzey yöneticiler de birer madenci çocuğu olduğundan, üretim kadar iş güvenliğine de önem verilirdi. Hatta iş güvenliği öne bile geçerdi. Bu yüzden özel sektör tarafından devlet yönetiminde madenlerin zarar etmesi kaçınılmaz kabul edilirdi. Kaza oranının düşüklüğü fazlaca önemsenmezdi.
Nitekim Soma Holding sahibi Alp Gürkan, Hürriyet’ten Vahap Munyar’a verdiği “tarihi” söyleşide:
-Biz işçileri uzaydan getirmedik, Türkiye Kömür İşletmeleri (TKİ) kömürün tonunu 140 dolara çıkartırken biz 24 dolara mal ettik, işletmeyi de kâr eder hale getirdik! demişti.
Kârlı işletmeciliğin parlak sonuçlarını Soma’da gördük!
Maden patronlarının pek çoğunda “madenci ahlakı” bulunmuyor. Hele sektöre son yıllarda (AKP dönemi) katılanlarda hiç!..
Nazım’dan Ölüme Dair!
‘Nasıl yanmıştır canınız’
“Buyrun, oturun dostlar,
hoş gelip sefalar getirdiniz.
Biliyorum, ben uyurken
hücreme pencereden girdiniz.
Ne ince boyunlu ilâç şişesini
ne kırmızı kutuyu devirdiniz.
Yüzünüzde yıldızların aydınlığı
başucumda durup el ele verdiniz.
Buyrun, oturun dostlar
hoş gelip sefalar getirdiniz.
Neden öyle yüzüme bir tuhaf bakılıyor?
Osman oğlu Hâşim.
Ne tuhaf şey,
hani siz ölmüştünüz kardeşim.
İstanbul limanında
kömür yüklerken bir İngiliz şilebine,
kömür küfesiyle beraber
ambarın dibine…
Şilebin vinci çıkartmıştı nâşınızı
ve paydostan önce yıkamıştı kıpkırmızı kanınız
simsiyah başınızı.
Kim bilir nasıl yanmıştır canınız…”
(Nazım Hikmet)
Haliç’i terketmeyen devrimci: Celal Alçınkaya!
Celal Alçınkaya Erzincan’ın Refahiye’de doğdu. Köyünde okul olmadığı için 15 yaşına kadar tarla işleri ile uğraştı. 1948’de ana-babasını razı edip İstanbul’un yolunu tuttu ve Haliç Silahtarağa’daki Aslan Tuğla’da çalışmaya başladı.
Maden-İş’e 1953 yılında üye oldu. Check-off sisteminin bulunmadığı dönemde gönüllü olarak aidatları toplayıp genel merkeze götürdü. Ruhi Yümlü ve Kemal Türkler ile tanıştı. Askerliğini yaptıktan sonra 1957’de yeni kurulan Rabak Elektrolitik Bakır Fabrikası’na şoför olarak girdi. Eski İş Yasası’na göre Rabak’ta önce işçi mümessili, sonra başmümessil oldu.
1965’te toplu sözleşme ve grev dönemi başlayınca sendika baştemsilcisi oldu.
Genel yönetim kurulu üyeliğine 1967’de yedek olarak , 1971’de asaleten seçildi ve kurul üyeliği 1978’e kadar aralıksız devam etti.
Almanya’ya işçi olarak gitme başvurusu kabul edildiği halde sendikacılığı ve Maden-İş’i bırakamadı.
Alçınkaya DİSK’in kuruluşunda, Türkler’in ve Şinasi Kaya’nın yanındaydı.
“ Celal Abi”, bir zamanlar işçi yatağı olan Haliç’in kartal yuvası Silahtarağa’daki tüm örgütlenmelere ve 1969’daki Demirdöküm direnişine 25 yıl boyunca Maden-iş’te kalan Rabak işçileri ile birlikte destek verdi.
DİSK’in varlığına kastedildiğinde Şişli Bölge Temsilcisi Hüseyin Ekinci, tüm Silahtarağa işçileri ve Alçınkaya 15-16 Haziran günleri İstanbul yollarına düştü. Büyük İşçi Direnişi davasında Kemal Türkler ve 25 arkadaşı ile birlikte üç ay hapis yattı, idam istemi ile yargılandı.
12 Mart darbesi döneminde Bursa’da örgütlenme çalışmaları ile görevli olduğu sırada Deniz Gezmiş ve arkadaşları ile birlikte yine tutuklandı. Savcı’nın talebi yine idam cezasıydı. Bu davadan beraat ettikten sonra 1972 yılında önce vekil olarak sonra asaleten yeniden kurulan Silahtarağa Maden-İş XIV. Bölge Temsilciliği’ne seçildi.
Görevi sırasında Necdet Erenyol’a Zeki Aytaç’a ait fabrikaların genel müdürü olan Turgut Özal’a kök söktürdü. Bölgede örgütlenme oranını neredeyse yüzde 100’e çıkardı. Silahtar’daki Sungurlar Direnişi’ni başarıya ulaştırdı.
1979’da önce DİSK’in 14. Bölge temsilciliğine seçildi. 12 Eylül darbesinden sonra Alçınkaya 30 Nisan 1981’de tutuklandı, Davutpaşa Cezaevinde yine hapis yattı. Sıkıyönetim mahkemesinde üçüncü kez idam istemi ile yargılandı.
1990 sonrasında DİSK’in ve Maden-İş’in yeniden açılmasından sonra yapılan çalışmalara elinden gelen katkıyı yaptı.
Alçınkaya 30 yıl boyunca Haliç’i Silahtarağa’yı terk etmedi.
(Bu yazı eski Maden-İş uzmanı ve Babıali’nin en iyi ekonomi şeflerinden gazeteci FARUK TÜRKOĞLU tarafından kaleme alındı.)