AKP Genel Başkanı ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın 2010 Anayasa Referandumu ile birlikte demokrasi defterini kapattığı, bu tarihten itibaren de giderek dozu artan biçimde otokrat bir lidere dönüştüğü tezleri var.
Öfkenin bir hitabet sanatı olduğunu açık olarak söylemesi, bu andan itibaren de kontrolden çıkmış bir ağır vasıta gibi hareket etmesi bu duruma bağlanıyor.
Oysa gerçekler hiç de öyle değil!
Başbakan durup dururken öfkelenmiyor. Mutlaka bir sebebi oluyor.
Hükümetin yapmak istediği hizmetlere karşı çıkılıyor. Betondan ibaret şehirler için “istemiyoruz” deniliyor. Ormanların içinde geçirilecek otoyolları beğenmeyenler, bunu açıklıyorlar. Bununla da kalmayıp, Çevik Kuvvet polislerinin “insani” müdahalelerini “vahşet” olarak adlandırıyorlar. Birkaç kişinin ölmesi, beş on kişinin gözlerini kaybetmesini istismar ederek, “Türkiye’de insan haklarının ihlal edildiğini” bile söyleyebiliyorlar.
Suriye’deki iç savaşın demokrasi mücadelesi olduğunu görmek istemeyenler, işkence yapıp kalp yiyen şeriatçı örgütlerin Esat karşıtı girişimlerine de aynı kaba koyuyorlar. Hükümet bir karar verdi:
Bir başka ülkede iktidar değişikliği yapacak!
Bunun demokrasiye uymayan yeri neresidir?
Ülkede yüzde 50 oranında halk desteği almış bir siyasi parti, neden bir başka ülkenin iç işlerine karışamasın ki?
En doğal haktır bu!
AKP iktidarını sırf eleştirmek için eleştirenler haliyle Başbakan’ın sigortalarını attırıyorlar.
Oysa Başbakan Erdoğan gerçekten de, az buz değil- çok demokrat bir liderdir. Demokrasiye inanıyor bir kere… Yaptığı her işin ülke yararına olduğuna da!..
Sadece küçük bir şey istiyor: Nankörlük edilmesin!
Bir de -parlamento dahil- olur olmaz yerlerde, başbakan ve partisi eleştirilmesin! Bunlar yapıldığı zaman açıkça görülecektir ki:
-Başbakan demokrasiye inanıyor!
AKP binasına taarruz
Hükümetin en çok ihtiyacı olduğu bir dönemde AKP binasına silahlı saldırı düzenlendi.
AKP durup dururken yine mağdur edildi!
Bu güzel gelişmenin arkasını araştıran Ankara’daki en iyi polis muhabiri Tolga Şardan “saldırıda istihbarat zafiyeti” olduğunu ortaya koyan bir haber yaptı.
Şüpheli isim 6 ay önce yine benzeri bir saldırıda bulunup sınır dışına çıkmış ve dönmüş!
Bu bilgi istihbaratın ne kadar iyi çalıştığını göstermiyor mu?
Her şey “kontrol altında” demenin daha açık bir biçimi olabilir mi?
Ayrıca Türkiye’de istihbarat her zaman gerekli olan şeyi gerektiği yerde yapıyor. Mesela Eskişehir’de Ali İsmail Korkmaz’ın kaba dayakla öldürüldüğü gece sokaktaki mobese kameralarını kapatan otel sahibinin emniyet istihbaratı elemanı olduğu ifadelerde ortaya çıktı.
Güzel bir devlet yapısı var bu ülkenin. Masum vatandaşları itinayla öldürüp, katilleri korumak için bütün olanaklarını seferber edebiliyor!
Tecavüz eden polis!
Emniyet Genel Müdürlüğü genel olarak vatandaşın canını ve malını korumak için oluşturulmuş bir devlet birimidir.
Kendisini tehdit altında hisseden kişi en yakın polis birimine başvurur: Beni koruyun lütfen!
Eskiden de bu kadar sık haber oluyor muydu? Tam olarak bilemiyoruz! Polislerimiz için arama motorlarına “polis tecavüz etti” yazınca 29 saniyede 17.600 sonuç geliyor.
Tabii bu kadar çok değildir. Bazıları aynı haberin çoklu tekrarı yüzündendir. Ama polisin karakolda tecavüz etmesi haberi ülkede hiç de tuhaf(!) karşılanmıyor.
Mesela tecavüz eden polis uzun süre yargılanmadan görevine devam edebiliyor. Onun amiri pozisyonunda olanlar, istifa falan gibi yolları hiç bilmiyorlar, öğrenmemek konusunda da kararlılar.
Neden böyle oluyor?
Polis şiddeti “destan yazma” olarak en üst düzeyde takdir edilince, alt kattakiler de ipten kazıktan kurtulmuş hale bürünebiliyorlar.
Tabii bir de işin istihdam boyutu var. 1997’de sevgili Yalçın Çınar ile birlikte Balıkesir Polis Okulu’na gitmiştik. Okul Müdürü Zeki Urgancıoğlu, öğrenci kabul ederken sordukları bir soruyu anlatmıştı:
-Neden polis olmak istiyorsun?
Bu soruyu cevaplayanların yüzde 10’u sevindirici bir yanıt veriyorlardı:
-Benim babam, dayım, amcam polistir! Üniformayı seviyorum! Hep polis olmak istedim!
Geri kalanların tamamı yani yüzde 90’ı ise “Yapacak başka bir iş bulamadım” diyorlardı.
Urgancıoğlu eklemişti:
-İşte bu yanıtlar bizi kahrediyor!
Kalemine sağlık…çok güzel bir yazı
..Anlayanlara güzel bir mesaj vermişssin..Sağol