Nazım Hikmet yıllar önce yazdığı “Davet” şiirinde yapmıştı bu benzetmeyi:
“Bilekler kan içinde, dişler kenetli, ayaklar çıplak
Ve ipek bir halıya benzeyen bu toprak
Bu cehennem, bu cennet bizim!”
Türkiye’ye uzaktan bakınca tam olarak böyle görülüyor: Cennet ve cehennem ülke!..
Doğal güzellikleriyle cennet görünümlü bu ülke, her dönemde halkların cehennemi oldu.
Tam bir şeyler değişiyor diye umutlanırken, kadersizlik çemberi turunu tamamlıyor ve yeniden en başa dönülüyor.
Türkiye’nin yaşadığı en karalık dönem olarak tarihe geçen 12 Eylül Askeri Darbesi, günümüzün İslamcı demokratlarının(!) gerisine düşebiliyor.
Bu cehennem ülkenin kanlı değirmeni güzel insanları öğütmeye devam ediyor. Bir anlamda da 12 Eylül’ün kostüm değiştirerek sürdüğünü gösteriyor.
***
12 Eylül zindanlarında, ağır işkencelere dayanmış yiğit bir devrimci genç kızın, AKP’nin topluma uyguladığı katliamlara ve ülkeyi açık cezaevine çevirmesine kalbi dayanmıyor!
Gülşen Ülker Birdal’ın “10 Ekim Ankara Katliamı” ile başlayan yürek daralması bir gün sonra, onun eşinin yanında otomobilde giderken bir anda taş gibi kaskatı kesilmesine neden oluyor.
İnsan Hakları Derneği Onursal Başkanı Akın Birdal, Türkiye’nin yaşadığı acıdan kendilerine düşen payı anlatırken diyor ki:
-Ankara’da patlayan bombaların şarapnel parçaları gelip İstanbul’da Gülşen’in kalbine saplandı. Oysa şimdiye kadar hiç kalple ilgili bir sorun yaşamamıştı. İlk kez oldu ve Gülşen’i alıp götürdü!
Gülşen Ülker 15 Mart 1965’te Diyarbakır’da dünyaya geliyor. Siverekli Ekrem Bey ile Diyarbakırlı Gülserin Hanımın üçüncü çocuğu olarak nüfus kütüğüne geçiyor. İlkokulu Siverek’te orta ve liseyi hava astsubayı olan babasının tayiniyle geldikleri Bandırma’da bitiriyor.
Çalışkan bir öğrenci olan Gülşen Siyasal Bilgiler Fakültesini (Mülkiye) kazanıp Ankara’ya geliyor. Mülkiye’nin devletçi değil de devrimci kanalından ilerlediği için işçi sınıfının yanında yer alıp, sendikalarda, devrimci derneklerde, demokratik kitle örgütlerinde, hak savunucusu olarak bütün toplumsal eylemlerde emek harcıyor.
Ki, bu cehennem ülke, cennet olabilsin!
Gülşen Ülker Mülkiye’yi bitirince yüksek lisansa başlayarak yine okulun sıralarından ayrılmıyor. Bir yandan da dostlarıyla birlikte yayıncılık yapıyor.
Öğrenci olmayı o kadar seviyor ki, üç yıl önce İstanbul’a yerleştiğinde yeniden üniversiteye başlıyor. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü öğrencisi oluyor. Son sınıf öğrencisi Gülşen Ülker bu yıl mezun olacaktı.
2005 yılında Eşber Yağmurdereli’nin Kibele Yayınevi’nin açılışı sırasında tanıştığı Akın Birdal ile 2010 yılında evleniyor.
***
13 Ekim 2015 günü Üsküdar Şakirin Camiine onu uğurlamaya gelen dostlarının tamamı Karacaahmet Mezarlığının yeni açılan bölümüne kadar onun yanından ayrılmadılar. Başta kızı Güneş Sayın, Annesi Gülserin Hanım ve diğer dört kardeşi olmak üzere yakın arkadaşlarıyla mücadele arkadaşları Gülşen’i alıp da gideceklermişçesine mezar başından ayrılamadılar. Belli başlı bir sağlık sorunu olmayan Gülşen’e ölüm o kadar uzaktı!..
Ama bu cehennem ülkenin kalbi kabul edilen Ankara’da patlayan bomba Barış Mitinginde olanlar ile olmayanlar arasında hiçbir fark gözetmiyordu.
Gülşen Ülker Birdal’ın konulduğu mezarın yanı başında HDP’li milletvekili adayı Kübra Meltem Mollaoğlu yatıyordu. 25 Mart 1970’te başlayan hayatı 10.10. 2015’te Ankara Katliamında sona ermişti. Gülşen ile Kübra yine yan yana gelmişlerdi!..
Tevazu sahibi bir insan olan Gülşen Ülker Birdal, kişiliğine uygun biçimde 50 yaşında bu dünyaya veda etti:
-Cehennemin gümbürtüleri arasından sessizce geçti, gitti!