Aman Osmanlı, canım Osmanlı!

İşbaşına geldiği 2002’de ülkeyi Avrupa Birliğine sokma iddiasında olan iktidar partisinin yüzü Batıya dönüktü. Aradan yıllar geçtikçe dönüp arkaya bakmalar sıklaştı. Yedi yüzyıllık koca Osmanlı vardı. Son dönemlerinde “hasta adam” unvanını almış olsa da bu işlerin “Ustası” gelmişti siyaset sahnesine… Kendisinde “Osmanlı Ruhu” mevcuttu.

Osmanlı eski, ruh ise yeniydi. Bu iki veri gayet güzel harmanlandı. Ortaya yüzyılların imbiğinden geçirilmiş yepyeni bir siyasi akım çıktı:

-Neo Osmanlıcılık!

Osmanlı üzerine en yaygın bilgiler Emin Oktay’ın orta ve liselerde okutulan tarih kitaplarındaki kadardı. İlk zamanlar “iyi” padişahlar varmış, devamlı olarak fetihler yaparlar, ülkelerinin sınırlarını genişletirlermiş. Sonra “kötü” padişahlar gelmiş, ülkeyi mahf-ı perişan ederek kaçıp gitmişler.

Neo Osmanlıcılık siyaset sahnesine çıkınca, Osmanlı’nın tarihi şahsiyeti üzerine televizyon dizileri, sinema filmleri, popüler kitaplar furyası başladı.

Görüldü ki, Osmanlı şahaneydi!..

Orduları savaşlar kazanıyor ama kimsenin kılına zarar vermiyorlardı. Padişahların iktidara gelmeleri ve gitmeleri gayet ahlaki ölçüler içinde gerçekleşiyordu.

Sahiden Osmanlı nasıldı?

Nedim Gürsel, COVİT-19 salgınında Voltaire’in müze evine kapanıp “Muhteşem Osmanlı” hikayeleri üzerinden kurguladığı en yeni romanını tamamlayıp okurlarına -imzalı olarak- armağan etti.

Doğan Kitap’tan çıkan “Aşk ve İsyan-Saf Oğlan’ın İstanbul Yolculuğu” Voltaire’in 1759’da yayınlanan “Candide ya da İyimserlik” romanı kahramanı Candide’i İstanbul’a getiriyor.

Osmanlı’nın “renkli yanlarını” birinci tanıkların ağzından anlatıyor. Hepsi de belgelere dayalı olarak takdim edilen gerçekler okurlara “hadi yaaa, bu kadar da olmaz artık” dedirtiyor.

Mesela Viyana Kuşatmasının pek fazla bilinmeyen detayları kitapta şöyle anlatılıyor:

“Türkleri Viyana kapılarında görmeliydin. Ne yürüyüştü o Tanrım!.. Padişahın iki yanında saf tutmuş solaklarla salaklar. Davullar vurulur, iki adım ileriye, bir adım geriye. En arkada yürüyen ‘Civelek Taburlarında’ gözleri. Padişah dahil iki adımda bir durup kaygıyla arkaya bakmaktalar. Tüysüz oğlanlar geliyorsa yola devam. Yoklarsa kazan kaldırıp, kelle istemeler, istemezükler, Civelekler olmadan savaşmayız demeler. İşte bu ahval üzere şevk ve öfkeyle düz ovaları aşmışlar, Viyana kapılarına dayanmışlardı!”

Osmanlı Padişahı Sultan III. Ahmet, 4 yaşındaki kızı Fatıma ile sadrazam Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’nın düğünlerini bütün detaylarıyla romanda anlatıyor. Aynı şekilde sadrazamlarını nasıl idam ettirip, kellelerini İstanbul’a getirttiğini de…

Fatih Sultan Mehmet, babası II. Murat’tın ölümü üzerine en küçük kardeşini de babasıyla birlikte toprağa verdiğini Gürsel’in mizahi bir dille anlattığı tarihi romanından öğreniyoruz.

Osmanlı hiç böyle anlatılmamıştı diyor Nedim Gürsel. 19 Kardeşini aynı anda katleden padişahlardan, 200 çocuğu olanlara kadar her türlü bilgi belgelere dayanarak okurlara sunuluyor.

Kitap bitince nefes nefese kaldığınızı hissedip derin bir “Oh!” çekiyorsunuz:

-Aman Osmanlı, canım Osmanlı!  

Posted in Köşe Yazıları.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir