AHMET ŞIK-döverek öldüremedikleri-METİN GÖKTEPE’DİR!

 

En sonda söyleyeceğimi en başa yazarak başlayayım:

-Burası gazeteciliğin ve gazetecilerin cehennem ülkesidir!

6 Nisan 1909’da Galata Köprüsü üzerinde vurulan Serbesti Gazetesi sahibi ve başyazarı Hasan Fehmi Bey’den bu yana bu durum böyledir.

Hasan Fehmi II. Meşrutiyet’in ilanından sonra Kahire’den ülkesine dönmüş güçlü kalemiyle İttihat Terakki iktidarına sert eleştiriler yönelten bir aydındı. Kimliği belirsiz bir kişi tarafından öldürüldü.

İlk faili meçhul gazeteci cinayeti olarak İttihat Terakki’nin günahlar defterine yazıldı.

O zamandan bu zamana iktidarlar kendilerini eleştiren hiçbir gazeteciye karşı iyi niyetli duygular beslemediler. Suçladılar, itham ettiler, iftira attılar, yargıladılar, cezaevlerine koydular.

Bunlar iktidarların demokrasiye saygılı “iyi davranışları” idi.

Bir de “iyi olmayan” tepkili davranışları vardı:

-Gazetecileri katlettiler!

 

***

 

1970’li yıllarda resmi ve yarı-resmi katiller gazeteciler için mermilerini namlulara sürdüler. Politika gazetesi Yazı İşleri Müdürü Ali İhsan Özgür 1978’de kaçırıldı ve katledildi. Milliyet Gazetesi Genel Yayın Müdürü Abdi İpekçi 1979’un 1 Şubat’ında evinin önünde kurşunlanarak öldürüldü. Yakalanan katili Mehmet Ali Ağca, “Polisin elinden alındı ve salındı!”   

Bu ifade dönemin İçişleri Bakanı Hasan Fehmi Güneş’e aittir. İtham ettiği kişi ise 1. Ordu ve İstanbul Sıkıyönetim Komutanı Orgeneral Necdet Uruğ idi. Uruğ bu iddialara ciddiyetiyle katiyen bağdaşmayan sulandırılmış yanıtlar vermekle yetindi.

7 Mart 1990’da Hürriyet’in yazarı ve eski yöneticisi Çetin Emeç şoförü Sinan Ercan’ı vurdular.

24 Ocak 1993 günü ise Cumhuriyet’in yazarı Uğur Mumcu evinin önünde otomobiline konulan bomba ile katledildi.

Soruşturmanın savcısı Ülkü Coşkun, sorularıyla kendisini köşeye sıkıştıran Güldal Mumcu’ya “üzerime gelmeyin Güldan Hanım” diyerek şu tarihi itirafta bulunmuştu:

-Bu işi devlet yapmıştır, siyasi irade isterse çözer!

 

***

 

1990’ların iz bırakan bir başka gazeteci cinayetinde ise Evrensel muhabiri Metin Göktepe katledildi.

Metin Göktepe bir cenaze töreni izleyecekti. Ümraniye Cezaevinde askerler 4 Ocak 1996 günü kaba dayakla 4 tutuklu Rıza Boybaş, Orhan Özen, Abdülmecid Seçkin ve Gültekin Bayhan’ı öldürmüşlerdi. Rıza ve Orhan’ın cenazeleri için İstanbul Emniyet Müdürü Orhan Taşanlar gayri resmi sıkıyönetim ilan etmişti. Sarı basın kartı olmayan gazetecilerin, cenaze törenini izlemesini yasaklamıştı.

Metin bu suç(!) ile gözaltına alındı. Eyüp Spor Salonunda çevik kuvvet polisleri tarafından kaba dayakla dövülerek öldürüldü!

O yıllarda devlet “mahcubiyet” sergilerdi. Öncelikle “ben yapmadım” derdi, sonra da soruşturmalar sapardı:

-Kimin yaptığı belirlenemedi!

Faili Meçhul kavramı 1990’larda resmileşti!

Metin Göktepe’de kıpırdayacak yerleri kalmamıştı. Gözaltındaydı. 1000’i aşkın tanık vardı. Önce sandalyeden düşürdüler. Sandalyeden düşerek gencecik bir adamın ölmesi mümkün olamayacağını kavrayınca aptallık çizgilerini duvara çıkartılar. Duvardan düşüp öldü yalanını ifade haline getirdiler. 10 metrelik duvara nasıl çıkmıştı? Orası muallâkta kalınca Emniyet Başmüfettişi Yaşar Gökışık’a bir kez daha ifade vermek istediler. Verdiler de… Ama sonuç değişmedi. Bir grup zavallı alt düzey polis, kendilerine tanınan “dayak atma özgürlerini” kullanmışlardı!.. İçlerinden biri o kadar zavallıydı ki, dayak gerekçesini izah ederken şöyle demişti:

-İstiklal Marşını okuyamıyor, kelimeyi şahadet getiremiyordu!

Memuriyete alınırken kendisine uygulanan devlet standardının yargılamada da geçerli olacağını düşünüyordu. Devletin “laik” dönemlerinde güvenlik birimleri için eleman ihtiyacı “Türk-İslamcı” cenahtan karşılanırdı. Artık devlet ile laikliğin bağları kesildiği için şimdi böyle bir ölçüye de ihtiyaç kalmadı!

 

***

 

Metin Göktepe’nin görev yaptığı yıllarda onun en yakın haberci arkadaşı Ahmet Şık idi. Her ikisi de insan hakları ihlalleri söz konusu olduğunda en kısa sürede dosyalara dalarlar, olay mahalline ulaşırlar, faili meçhul ölümleri haberleştirirlerdi.

Çoğu zaman da toplumsal gösterilerde engellemelerle karşılaşırlar, polis kalkanlarının üzerlerine yürümekten geri durmazlardı. Çoğu zaman da polis coplarından paylarına düşeni alırlardı.

Buna rağmen korkup geri durdukları olmazdı.

Ahmet Şık’ın gazetecilikten gelen haklılığı çoğu zaman öne fırlar, kendilerine laf atan, ya da iğneli bir cümle sarf eden polis şeflerinin hak ettikleri cevapları da verirdi.

Metin Göktepe belgeselleri için taranan haber filmlerinde Ahmet’in görüntüleri dikkat çekerdi. Hatta bir arkadaşı “şaka” bile yapmıştı:

-Ahmet kardeşim bunlar yanlış adamı öldürmüşler!

Bu “soğuk şakanın” kimsenin bilmediği sıcak(!) yanları vardı. O dönemde Ahmet Şık evine geldiğinde kapılarının açık dolaplarının karıştırılmış ama hiçbir şey alınmamış olduğunu görmeye başlamıştı. Bazen pencereler ve televizyon açık bırakılarak çıkılıp gidiliyordu. Ahmet’e “mesajlar” veriliyordu:

-Seninle ilgileniyoruz!

Ahmet Şık, bir eğitim bursunu kabul ederek yurt dışına çıktı.

Sonra döndü, gazeteciliğine kaldığı yerden devam etti.

İmamın Ordusu adlı kitabını yazdı. Gülen Cemaatine mensup polisler tarafından gözaltına alınıp, Gülen Cemaatine mensup savcıların uyduruk iddianameleriyle mahkemeye sevk edilip, Gülen Cemaatine mensup hakimler tarafından tutuklandı.

Ahmet’in yazıp yayınlanmadan el konulan kitabını “bombadan tehlikeli” ilan edenler eğer okusalardı, belki başlarına gelecek kumpasların ince noktalarını öğrenebilirlerdi. Ama kitap okumak da yazmak gibi entelektüel bir faaliyettir.

Ahmet Şık Silivri’de 375 gün yattı haksız yere… 12 Mart 2012’de tahliye oldu. Yine yazmaya devam etti:

“Dokunan Yanar/Paralel Yürüdük Biz Bu Yollarda/Pusu Devletin Yeni Sahipleri.”

Ahmet çalışkan ve üretken bir gazetecidir. Yine kalemi hareket halindeydi. Bu sefer de 15 Temmuz Darbesinin Şifreleri Çözmekle meşguldü.

Yine gözaltına alındı, yine tutuklandı. Artık Gülenciler yok. Onlar da sanık-zanlılar. Ve Ahmet’e yaptıklarından çok pişmanlar.

Ahmet Şık 2013 Haziran’nında Gezi Parkı Direnişi’nin ilk günü başına isabet eden bir gaz fişeğiyle vuruldu. Hastanede iki gün yattı. Taburcu olunca yeniden Gezi Parkı’na döndü. Bu sefer başında gazeteciler için üretilmiş bir kask vardı, ensesine kadar inen bir koruma bölgesi bulunuyordu. Kaskın en alt koruma alanına yine bir fişek isabet etmişti. Eğer o kask olmasaydı, Ahmet en iyi ihtimalle felç olabilirdi!

Ahmet Şık için en güzel tespiti onu yeniden tutukladıkları gün Barış Tahmaz yaptı:

-Ahmet Şık döverek öldüremedikleri Metin Göktepe’dir!

 

 

 

 

 

 

 

 

Posted in Genel.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir