Cumhuriyet gazetesi yazarı Uğur Mumcu 24 Ocak 1993 Pazar günü Ankara’daki evinin bahçesinde otomobiline konulan bomba ile havaya uçurularak öldürüldü.
Sonra bu cinayeti aydınlatması gereken ne kadar etkili ve yetkili varsa hepsinin ortak çabasıyla üstü örtüldü. Faili meçhul bir cinayet halinde paketlenip, devletin karanlık dehlizlerine atıldı.
Bugüne kadar ortaya çıkan bütün gelişmeleri yan yana getirince kanlı tablo hiç kimseye kıpırdayacak yer bırakmıyor:
“Bu işi devlet yapmıştır, siyasi iktidar isterse çözer!”
Yukarıdaki cümle Uğur Mumcu cinayetini “çözmemekle” görevlendirilmiş ilk ve en önemli kişi DGM Savcısı Ülkü Coşkun’a aittir. Cinayetten üç hafta sonra 18 Şubat 1993 günü Güldal Mumcu’ya evinde söylemiştir. Uğur Mumcu Cinayetini “Çözmemekle” görevli savcı bir de ekleme yapmıştı:
“Bu söylediklerimi basına açıklarsanız yalanlarım!”
Devletin tepesinde yer alanların doğal bir refleksle en sık yaptıkları şeye sarılmıştı savcı: Yalan!
DEMİRAL: ÇÖZMEYECEĞİZ!
Bu resmi itiraftan öncesi de var. 1993’te Devlet Güvenlik Mahkemesi Başsavcısı Nusret Demiral’ın yaptığı ilk açıklaması her şeyin nasıl gelişeceğini de gösteriyordu. DGM Başsavcısı, bombalanan otomobilin dumanları havada asılıyken şöyle demişti:
-Eğer bu eylem uluslararası bir örgüt tarafından yapılmışsa faillerin bulunması çok zor! İlk verilere göre de bu eylem uluslararası bir örgüt tarafından yapıldığı anlaşılıyor!
Bundan daha açık olarak “Biz bu cinayeti aydınlatmayacağız” denilebilir mi?
Güldal Mumcu gibi berrak bir hafızaya sahipseniz, Uğur Mumcu cinayetiyle ilgili olarak her şeyin büyük bir devlet operasyonu olduğunu görebilirsiniz. Güldal Hanımın yazdığı “İçimden Geçen Zaman” adlı kitabı, bütün ülkenin yüzünü kızartacak kadar açık bir dosya oluşturuyor.
Cinayetinden sonra üst üste o kadar çok tuhaflıklar oluyor ki, bunların tümü aynı yeri işaret ediyor:
-Devlet Uğur Mumcu’yu öldürmüştür!
DEMİRAL SAVCIYI GÖMDÜ
Savcı Ülkü Coşkun iki yıl işi savsakladıktan sonra dosyayı bırakıyor. Hazret askeri savcı olduğu için görev yeri değiştiriliyor. Yerine savcı Kemal Ayhan atanıyor.(1 Kasım 1994) Güldal Mumcu, Uğur Mumcu’nun ablası Beyhan Gürson ile 4 Nisan 1995 günü savcıyı ziyarete gidiyor. Yeni savcı ilk görüşmede sıkıntılı halde Güldal Mumcu’nun “Kim, kimler?” sorularına şöyle yanıt veriyor:
-İstihbarat örgütleri, biraz mafya ve karanlık güçler!
Kemal Ayhan, Ülkü Coşkun gibi kayıtsızlık göstermiyor. Aradan iki ay geçiyor. 26 Haziran 1995 günü savcı Kemal Ayhan evinde ölü olarak bulunuyor!
Savcının eşi ve çocukları yazlıklarındayken Başsavcı Nusret Demiral’ın talimatıyla hiçbir araştırma ve otopsi bile yapılmadan aynı defnediliyor!
ZANLILARA SAHİP ÇIKTILAR
Demiral’ın bu davanın sanıkları arasında olması gerekirken, soruşturmanın tepesindeki adam halinde görev yapması ancak Türkiye’nin özelliğiyle açıklanabilir.
Yargının “örtme hizmetleri” bu kadar da değil… Mesela olayın ilk günlerinde Ayhan Aydın isimli bir görgü tanığı çıkıp ifade veriyor. Cinayeti işleyenleri gördüğünü belirtiyor. Çetin Emeç Cinayeti’nin sanıkları olarak yargılanan İslami Hareket Örgütü üyesi kişileri de teşhis ediyor.
Sonra ne oluyor?
Savcı Ülkü Coşkun, tanık Ayhan Aydın için dava açıyor. İslami Hareket Örgütü üyelerine iftira(!) atmakla suçluyor… İyi mi?
Savcının gerekçesi var: Onlar 23 Ocak’ta gözaltındaydılar.
Oysa sonradan ortaya çıkıyor ki, bu şahıslar 26 Ocak’ta yakalanıyorlar, tutanaklar üzerinde tahrifat yapılarak 26 Ocak, 23 Ocak olarak düzeltiliyor!
Daha ne olabilir ki?
Cinayet tarihinde iş başında olan hükümetten başlayarak, aradan geçen 20 yılda bütün devlet kademelerindekilerin, Uğur Mumcu cinayetinin kapatılması konusunda ortak çabası vardır. Bizzat olayın ilk savcısının en başında söylediği gerçek bütün çıplaklığıyla ortadadır:
-Uğur Mumcu’yu devlet öldürmüştür!