M. Göktepe Ödül Töreni

Türkiye’de gazeteci olmak

Bu yıl 15. düzenlenen Metin Göktepe Gazetecilik Ödülleri önceki akşam Cağaloğlu’ndaki Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin lokalinde verildi. 10 Nisan Metin Göktepe’nin doğum günü… Ödül töreniyle birlikte her yıl Metin için bir pasta kesip, Fadime Anayı kutluyoruz, Metin gibi bir çocuk dünyaya getirdiği için…

Bu yıl ki tören çok anlamlıydı. Ödül Komitesi Üyesi Celal Başlangıç tören öncesinde yapılacak olan “Türkiye’de Gazeteci Olmak” panelini açarken dedi ki:

-Ödül Jürisinde üç tane de tutuklu gazeteci vardı. Ahmet Şık, Nedim Şener ve Ragıp Zarakolu… Yarışmaya katılan eserleri cezaevlerine nasıl yollayacağız diye düşünürken ikisi çıktı geldi, şimdi ödül töreni yapılırken, üçüncü jüri üyesi için de tahliye haberini aldık.

Aslında panelin özü kendiliğinden ortaya çıkmıştı. Türkiye’de gazeteci olmak işke böyle bir şeydi:

-Bir bakıyorsun paneldesin, bir bakıyorsun içerde!..

Ahmet Şık, soru üzerine içerden dışarısının nasıl göründüğünü şöyle anlattı:

-Gazetecilik çok kirli görünüyor.

Sonra örnekler verdi.  Televizyonlardaki tartışma adlı “bok atma” programlarına gönderme yaptı:

-TV Çakalları ekranlara çıkıp ‘bazı küçük hatalar olabilir’ diyorlar. Bu küçük hata benim bir yılımı aldı, kızımın 1 yılını aldı, eşimin 1 yılını aldı etti 3 yıl, 11 sanıkta ise 33 yıl ediyor. Hukuk hata yapamaz, yapmamalı!

Nedim Şener ise kıyaslamalı bir durum tahlili yaptı:

-1990’larda gazetelerde, televizyonlarda tetikçiler vardı. Andıç peşinde koşar onu-bunu ardıçlarlardı. Şimdi onların yerini çakallar aldı. Aynı işi yapıyorlar.

Nedim, bir de sitem de bulundu:

-Eski andıç kurbanı gazeteciler bizim durumumuzla ilgili olarak sessiz kaldılar bunu da belirtmiş olayım!

Sonra ödül törenine geçildi… Metin Göktepe insan hakları haberleri peşinde koşan bir gazeteciydi. Ödül alan gazetecilerin haberlerinin tümü hak ihlali üzerine olanlar arasından seçilmişti, hepsinin “büyük ödül” değeri vardı. Ödüller, paneldeki gazeteciler, içerdeki meslektaşları, hepsini bir araya getirince mesleğin vaziyeti netleşiyordu:

-Türkiye’de gazeteci olmak, işte budur!

 

Başlık: Kahramana ihtiyaç yok!

Nedim Şener konuşması sırasında kendi özel durumuyla ilgili herkesin bilmesi gereken minik bir değişiklik haberi verdi:

-Ben hapisteyken Milliyet’ten atılmışım!

Gazete geçen yıl patron değiştirince, alan satana demiş ki:

-Ben Nedim’i istemiyorum!

Oysa Nedim Abdi İpekçi’nin kurduğu gazetenin en değerli unsurları arasında ön sırada yer alıyor. Çünkü ulusal ve uluslararası sayısız ödül yanında bir de herkese pek nasip olmayan bir unvana sahip:

-Basın Özgürlüğü Kahramanı!

Nedim’in adının yer aldığı şeref listesinde Türkiye’den üç isim daha var: Abdi İpekçi, Uğur Mumcu ve Hrant Dink!

Bu kadar parlak bir gazeteciyi “istemem” demek, Milliyet’in nasıl bir çizgiye oturacağı konusunda ipuçları da vermiyor mu?

Milliyet’in eski patronu Hanzade Doğan, Nedim’i üzmemek için “biz senin kadronu Posta’ya aldık” demiş o satış sırasında… Nedim’i satmamışlar en azından…

 

Yayıncılıkta yeni dönem

SAMİZDAT

Kırmızı Kedi Yayınları’ndan kırmızı kapaklı kalın bir kitap çıktı geldi. Birinci sayfası dolma kalemle imzalanmış olan ithafta şöyle deniliyor:

“Hapisteki bir gazetecinin çığlığını duymanız umuduyla!”

Kitabın adı Samizdat, alt başlığı ise: Hakikatlere Dayanacak Gücünüz Var Mı?

Odatv Davası’nın sanıkları arasında bulunan Soner Yalçın’ın son satırlarını bir ay önce yazdığı kitap bir cezaevi günlüğü şeklinde başlayıp Türkiye’yi saran toplu davaların içinden geçtikten sonra tekrar günceye dönerek tamamlanıyor.

Peki “Samizdat” adı nedir, nereden geliyor?

Soner Yalçın onu da anlatıyor: Olağanüstü dönemlerde, baskıdan sansürden kaçabilmek için kitaplar gizlice basılıp, dağıtılıyordu. Ruslar bu tür kitaplara “Samizdat” adını koydu, bu da evrensel hale geldi.

Samizdat da içerden ve dışarıdan pek çok bilgi yer alıyor. Tabii cezaevine düşenlerin yaşayacağı vefasızlıklar da… Kitapları satış rekorları kıran Yalçın, bu kitabını da eski yayıncısıyla çıkartmak istemiş. Önce 12 Haziran Seçimleri yapılsın yanıtını almış, sonra iddianame çıksın şartı gelmiş. Yaz geçsin, sonbahar gelsen, ilk duruşma yapılsın diye basıma nazlanma maddeleri uzayınca Soner Yalçın da Kırmızı Kedi’den okurlarına ulaşmış.

Yalçın, “Binbaşı Cem Ersever kitabımı daktiloyla, Behçet Cantürk kitabımı bilgisayarla yazdım” diyor:

-Samizdat’ı el yazısıyla kaleme aldım!     

 

Posted in Köşe Yazıları and tagged , , , , , , , , , , , , , , .

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir