Hükümetçi-ümmetçi-sünnetçi basın yayın organlarında son günlerde ürpertici çağrılar yapılıyor. Önce bir kavanoz dolusu mermi ile demokrasi mücadelesi veren sarıklı cüppeli bir zat-ı şerbetli, arkasından komşularını kesecek bir muhafazakâr hanımefendi, sonra gazeteci olduğunu iddia eden bir sakallı genç adam ortaya çıktılar.
Hepsi şiddetli bir hiddetle “mağduriyetlerini” ortalığa saçtılar. Biri mermileri misafir şekeri gibi ikram pozisyonunda tutuyordu. Ekranda kadın kadına sohbet eden iki hanımefendi yemeğe kuşbaşı et doğrama doğallığında konu komşu ne varsa hepsinin nasıl doğranacakları hususunda fikir alış-verişinde bulunuyorlardı. Misafir hanım, aile olarak elli kişilik bir kıyım listesine sahip olmanın mutluluğunu içten tebessümlerle dile getiriyordu.
“Mağduriyet” ve “türban” denildiğinde önlerinde geniş boş sahalar açılıyordu. Bir zamanlar kadınların başını örtmeleri başlı başına bir problemdi. Bu problemi en çok üniversite öğrencisi kadınlar yaşamışlardı. Ama “türban kaymağını” erkekler yemişlerdi:
-Benim türbanlı bacım! diyerek ikbal mevkilerine doğru koşmuşlardı.
Duygulandığı anda göz yaşlarını tutamayan o yılların kanaat önderi Bülent Arınç beyefendi, ekrandaki kıyma makinesi formatındaki kadın sohbetine tepki gösterdi:
-Türbanlı kadınları kötü gösteriyorlar!..
İçerik ikinci planda idi, esas konu “algı” üzerine yoğunlaşıyordu. Bülent Bey haklıydı konu-komşu katlederek aynı anda “mağdur” konumunda varlığını sürdürmek kolay değildi.
Sonra sakallı bir genç adam “listelerimiz hazır” dedi:
-Eşlerinizi çoluk çocuğunuzu bizden nasıl koruyacaksınız? sorusunu yöneltti kamuoyuna.
Görsel medyaya aşırı baygın bir tarikat lideri de silahlanmış iki bin din referanslı küçük bir ordunun varlığını müjdeledi.
Bunların tümünün çok yüce bir amacı vardı:
Cumhurbaşkanı’nı korumak ve kollamak!
Hepsi Recep Tayyip Erdoğan’a karşı olası bir darbe ihtimali için bu katliamları yapmak istediklerini söylüyorlardı.
Bunların tümü Erdoğan’a dayanarak aslında ona büyük zarar veriyorlardı.
Oysa kimse Erdoğan’a darbe yapacak halde değildi. Denemişler ve başarıya ulaşamamışlardı. 27 Nisan 2007’de dönemin genelkurmay başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt gece yarısı bir e-muhtıra yayınlamış, daha sonra da bu bildiriyi bizzat kendisinin yazdığını açık seçik söylemişti. Yaşar Paşa’ya hiçbir şey olmadı. Erdoğan kendisiyle Dolmabahçe Sarayı’ndaki ofisinde baş başa görüşmüş, mesele hallolmuştu.
Aradan epeyce zaman geçti. 15 Temmuz 2016’da bir darbe girişimi daha oldu. O zaman da genelkurmay başkanı Orgeneral Hulusi Akar idi. Darbe bastırıldı. Akar’a da bir şey olmadı.
Erdoğan olayı anladı dinledi. Darbe yapmaya kalkışmış ordunun başkomutanını Savunma Bakanı olarak taltif etti.
Oysa askerlikte temel bir kural vardı:
“Bir komutan emrindeki birliklerin yaptıklarından ve yapmadıklarından sorumludur!”
Akar her iki koşulda da sorumluluktan “vareste” tutuldu. Başkomutan, darbe üssü olan askeri birlikte ele geçirilen hava kuvvetleri eski komutanı ve yüksek askeri şura üyesi Orgeneral Akın Öztürk için kefil olmuş darbe sonrasının en sıcak günlerinde şöyle demişti:
-Öztürk paşayı oraya ben yolladım! Darbeyi önlesin diye…
Bu beyan bir işe yaramadı. Akın Öztürk sonradan açılan ana davada 1 numaralı sanık oldu. Emir alan havacı orgeneral 1 numaralı sanık haline gelirken emri veren karacı komutan terfian Savunma Bakanlığı’na çıktı.
Erdoğan sahici darbeler karşısında bile en ufak bir sarsıntı geçirmiyor, -beklenenden biraz geç olsa da- ortaya dimdik çıkıyor, uygun gördüğüne yükleniyordu:
-Korkaklar kaçtılar!
Erdoğan ikinci kez makama seçilmiş bir Cumhurbaşkanı’dır. Cumhuriyeti, dolayısıyla onu koruyan bir ordu, güçlü bir polis teşkilatı, çevik bir jandarma gücü son olarak da mahalle bekçileri mevcuttur. Unutmamak gerekir ki, Cumhurbaşkanı orduların başkomutanıdır. Ordu komutanı olan “Paşaların da Paşası” olduğunu kendisi beyan etmiştir.
Böylesine silahlı güç dururken aklını peynir ekmekle yemişler, yasadışı yollarla silahlanıp şehirlerde gözlerine kestirdiklerinin kafalarını uçuracaklarını ifade edenler, başka partilere oy vermiş olanların evlerine girip kadın kız, çoluk çocuk ayırmadan hepsini katledeceklerini, bunun için listeler hazırladıklarını ulu orta söyleyenlerin, kendilerini Erdoğan ile yan yana göstermelerine öncelikle AK Partililer karşı çıkmalılar. Potansiyel katil sürüleriyle Recep Tayyip Erdoğan bir arada olabilir mi? Böyle gösterilmesi Erdoğan’ın dış dünyadaki imajını ne hale getirir?
Medeniyetler İttifakı Enstitüsü Yayınları arasından 2012’de çıkan “Küresel Barış Vizyonu” adlı kitabı olan Erdoğan ile Ramazan’da ağızları sulanarak, cinayet projelerini anlatan “kitapsızların” Erdoğan’ın yandaşları diye takdim edilmelerini düşünebiliyor musunuz? İçerde kimse yazamaz ama kerametleri kendilerinden menkul destekçiler için Avrupa medyasında “Erdoğan’ın potansiyel katilleri” diye makaleler yayınlanabilir.
AK Parti’nin kurmayları yeni filizlenen “katliam sürecine” müdahil olmalılar. Erdoğan için cinayet işleyeceklerini söyleyenlere “Liderimizden uzak durun” demeliler:
-Lütfen Erdoğan’ı yıpratmayın!