Yıllar önce henüz ülkede “askeri vesayet rejimi” hüküm sürerken, yapılması zorunlu bir genel seçim dönemi gelip çatmıştı. Ankara’da askeri kaynaklardan iyi haber alan bir gazeteci, -yine üst düzey- askeri yetkiliden aldığı izlenimleri haberleştirmişti:
-Askerlerde Güneydoğu endişesi!
Efendim askeri yetkililer, seçimlerde Güneydoğulu vatandaşlarımızın sandıklara gittiklerinde bölücü örgütün istediği doğrultusunda oy kullanarak “bölge partisine” yönelmelerinden endişe ediyorlardı. Yapılan gizli kamuoyu anketleri de bu yönde sonuçlar vermişti.
Bölge partisi dedikleri de kapatmaktan bıkmadıkları Kürt partilerinden biriydi. HEP- DEP- HADEP- DEHAP- BDP artık sırada hangisi varsa…
Kürtler ne yaparlarsa yapsınlar bu devlete bir türlü yaranamıyorlardı.
Dağda silahlı mücadeleyi bırakın, düz ovada siyaset yapalım!
Kürtlerin “sandığa gitmesi” de dağa çıkması gibi “endişe” yaratıyordu.
Herkes oturup konuşuyordu:
-Kürtler ne yapmalı?
Sonra “Kürt Sorunu” masaya yatırılıyordu. Bazen Londra’da, bazen Paris’te, olmazsa Berlin’de ya da Washington’da… Yabancı devletlerin etkili ve yetkilileriyle enine boyuna konuşulup sorunun kaynağına inildiği söylenerek dönülüyordu.
Hiç kimsenin aklına “Kürtlerle konuşmak” gelmiyordu.
Sonunda AKP’nin geldi!
Barış Süreci adı altında bir döneme girildi.
Artık annelerin gözyaşları kuruyacaktı.
Her hamlesi alma-verme üzerinden gelişen siyasi yapı, tarihi fırsatı harcamaktan geri durmadı. Kürt Sorunu rafa kalktı, kanı kurumuş tarih sayfaları yeniden açıldı.
Eski vesayetçi devlet ile kıyaslanmayacak bir döneme girildi.
Her şeyi açık açık yapan bunu da iftiharla açıklayan bir devlet gelmişti.
Kürtlerin “makus tarihi” devam ediyordu.
Ancak 20. Yüzyılın ilk yarısına denk düşebilecek uygulamalar güncel rutin haline geldi. Bir tek fark vardı.
Kürt Partisi kapatılmıyordu!
Onun yerine Eş Genel Başkanları Selahattin Demirtaş, Figen Yüksekdağ başka olmak üzere önde gelen siyasetçileri gözaltına alınıp tutuklanıyordu.
İçinde bulunduğumuz dönemde HDP’li siyasetcilere açılan davalarda 18 Ömür boyu hapis cezası yanında toplam 3 bin 126 yıl ağır hapis cezası isteniyor.
Türkiye yine siyasi bunalımların derin sarmalına dolanmış halde bir o yana bir bu yana savruluyor. Şimdi ülkenin önünde tarihi bir oylama var:
Anayasa Referandumu!
Bu halk oylaması şimdiye kadar yapılanların tümünden daha önemli olduğu konusunda hemen herkes hemfikir…
Çünkü geri dönüşü olmayan bir yola girilecek!
Ülkenin üçüncü büyük partisine siyasi soykırım uygulanıyor.
Bu koşullarda sandıklar ortaya konulacak.
Bir türlü anlamak istemiyorlar.
Türkiye’de gerçek bir demokrasi inşa edilecekse eğer bunun bir tek şartı vardır:
-Kürtler olmadan asla!