İçinde bulunduğumuz 2015 pek çok kez önemli tarihi dönemeçlerle kesişip 100. yıl çemberini tamamlıyor.
Dün (18 Mart) “Çanakkale Zaferi”nin 100, yılıydı. Büyük kutlamalar, coşkulu anlamalar, bayraklar, flamalar, şarkılar, şiirler, esas gerçeği değiştirmiyor:
-Savaş iyi bir şey değildir!
Bu yüzden aklı başında olanlar, her zaman savaşa karşı çıkarlar. Zaten Türkiye Gazetecileri Hak ve Sorumluluk Bildirgesi’nde “gazeteci” deniliyor:
“Başta demokrasi, barış ve insan hakları olmak üzere insanlığın evrensel değerlerini savunur!”
Jonathan King’in dumanı üstünde kitabı “Gelibolu Günlükleri” Çanakkale’ye savaşmak için gelen Anzakların günlükleri üzerinden savaşın nasıl bir yıkım olduğunu anlatıyor.
Bütün gazetecilerin de barış yanlısı olduğunu söylemek kolay değil. Hele ki, 1915’te… Londra’da yayınlanan Daily Telegraph’ın muhabiri Ellis Ashmead-Bartlett Çanakkale’yi şöyle anlatıyor:
“Ölüm kusan düşman ateşi altında bu kanlı yarışın atletleri, en yüksek kayalara tırmanmayı sürdürdüler.”
Kraliyet şairi John Masefield “Anzaklar en muhteşem gençlik topluluğudur. Fiziksel güzellik ve soylulukta şimdiye kadar gördüğüm herkesten üstündürler. Destanlardaki krallar gibi yürüdüler!”
Jonathan King bu cilalı cümlelerin altını kazıyınca ortaya çıkan gerçeği şöyle yazıyor:
“Çanakkale’ye saldırmanın Avustralya’ya maliyeti 8 bin 709 ölüydü. Britanya 21.701, Fransa 10.000 Yeni Zelanda 2.701, Hindistan 1558, New Foundland
48 asker kaybetti. Türklerin ölü sayası ise 102 bin 279 idi..!”
Çanakkale’de savaşan Len Hall 1999’da öldü. Katıldığı savaşı değerlendirirken diyordu ki:
-Gelecek sefere işgalci Avustralyalılara karşı Türklerin yanında savaşacağım. Orası onların ülkesiydi, bizim değil!
Dünyanın belkemikli sol siyasi hareketleri tarihin her döneminde aynı şeyi yaptılar:
-Savaşa karşı barış! istediler.
Çanakkale’nin 100. yılında bunu anlayabilirsek ne mutlu!
Çanakkale komutanı Mareşal Sanders
Çanakkale Savaşı gündeme geldiğinde “zafer” ile birlikte Atatürk’ün adı anılır. Doğal olarak pek çok genç insan Çanakkale’nin Komutanı olarak Mustafa Kemal Atatürk’ü beller.
Oysa Atatürk o tarihte henüz albay rütbesindedir.
Çanakkale’yi 1915’te 5. Ordu savundu. Bu ordunun komutanı da Alman generali Liman von Senders idi.
Alman generali daha önce Osmanlı 1. Ordusunun komutanlığını da yapmıştı. Kendisine mareşal rütbesi verilmişti.
Çok basit bu bilgiyi yazmamın da basit bir nedeni var:
Gerçekleri üzerinden tarihi okuyalım!
Milletvekili adaylığı
Türkiye seçim dönemine girdiğinden ortam renklendi. Devletin etkili ve yetkili yerlerinden bulunanların alayı AKP’nin kapısında kuyruğa girdiler. Böyleci “devletin tarafsızlığı”konusunda bütün soruları yanıtladılar:
-AKP Devletinin askerleriyiz!
Biraz da kendini “garanti altına” almak var, bu yüksek teveccühte… AKP bir tökezlerse bir anda kendini yargı karşısında bulmak var!
Bir de karşı cenah var. Onlar kulvarın dışından koşanlar… HDP’den aday adayı olanlar mesela… 1970’lerin DEV-GENÇ Başkanı Bülent Uluer İstanbul’da aday adayı oldu. Uluer’in adının önünde şu sıfatlar da yer alıyor:
“78’lerin DEV-GENÇ Başkanı, HDP-HDK Çerkes Solu İstanbul Milletvekili aday adayı!”
68’den de bir aday var: Bozkurt Nuhoğlu CHP’den İstanbul aday adayı olduğunu geçen gün kalabalık bir toplantıda bana söyledi. Nuhoğlu 68’li ama aynı zamanda 27 Mayıs’da da var. Toplumsal mücadeleden arta kalan zamanlarda derslerle ilgilendiğinden İstanbul Hukuk fakültesini 1960-70 arası10 yılda bitirmişti!
Eşber Yağmurdereli’ye de TBMM’ye girecek gözüyle bakılıyor. Eşber’in partilerin dışında da hatırı sayılır seveni olduğu biliniyor. Hatta bunu rakamlandıranlar bile var: Türkiye’de 1 milyon oyu vardır!
Bu yazı öncesinde Eşber Yağmurdereli’yi aradım, adaylığını sordum:
-Ben de duyuyorum! dedi.
Ovacık’ın eski Belediye Başkanı genç siyasetçi Dersimli Mustafa Sarıgül de İstanbul’dan HDP saflarında yarışa giriyor. Siyasetin gençlere göre olduğunu düşünüyorum. Çünkü çok enerji istiyor. Mustafa İstanbul’da çalışıyor. Benden de “Aman abi lütfen bir şey yazma” diye ricada bulundu:
-Bir kere yazdın, seçimi kaybettim!