Altı yıl önce 19 Ocak günü öğlenden sonra, İstinye’deki Karadeniz Ekonomik İşbirliği Örgütü’nün (KEİÖ) tesislerinde bir toplantı izliyordum. Telefonum sessiz konumda, ekranda Kanal D Haber Genel Koordinatörü Süleyman Sarılar’ın adı var. Salondan dışarı çıkarken “efendim” diye telefonu açıyorum. Süleyman’dan şok bir haber:
-Birand’ı vurdular!
-Ne? Birand’ı mı vurdular?
-Yok be ne Birand’ı; Hrant diyorum, Hrant Dink!
Aslında hepimiz biliyorduk ki, Mehmet Ali Birand da vurulabilirdi. Adı onunla birlikte “andıçlanan” Akın Birdal vurulmamış mıydı?
O dönemde (28 Şubat) zaten Sabah gazetesindeki “yakın çalışma arkadaşları” tarafından sırtından hançerlenmişti. Genelkurmay’dan servis edilen uydurulmuş belgelerle hedef tahtası haline getirilmiş, sonra da gazeteden uzaklaştırılmıştı.
Süleyman’dan gelen telefonla, aynı dakika içinde iki şok birden yemiştim. Yanımda şaşkın gözlerle beni izleyen Lozan Mübadilleri Vakfı’ndan Füsun Çeliköz ile Mehmet Ali Birand’ın vurulmadığına sevinemiyoruz, çünkü Hrant ölmüş!
Talihin garip cilvesine bakın ki , 2007’de suikasta uğramayan Birand, 19 Ocak 2013 Cumartesi günü, Teşvikiye Camiinden sonsuzluğa uğurlanacak. Aynı saatlerde Hrant Dink 6. Ölüm yıl dönümünde Pangaltı’daki Agos önünde anılacak. İstanbul’un Şişli ilçesi içinde bulunan Teşvikiye ile Pangaltı yürüyüş mesafesi olarak sadece 5 dakika uzaklıkta yer alıyorlar.
İkisi de bu ülkede barış olsun, kardeşçe yaşam olsun diye yazdılar, çizdiler, konuştular, mücadele ettiler. Altı yıl önce telefon sesiyle birbirine karışan iki değerli gazeteci 19 Ocak 2013’te yine birlikte olacaklar:
-Birand, Hrant’a karışacak!
‘Öldürmediğiniz için teşekkürler!’
Mehmet Ali Birand önceki yıl bizim İZ TV’de yaptığımız “Yüzyılın Son Darbesi: 28 Şubat” belgeselimiz için Digitürk stüdyolarına gelmişti. Kendi yaptığı uzun 28 Şubat belgeselinde anlatmadığı küçük detayları bizimle paylaşmıştı.
Dönemin “güçlü” generallerinden biri ile Ankara’da bir resepsiyonda yan yana geliyorlar. Birand ironik bir dille, biraz da cesaret isteyen şu cümleyi sarfediyor:
-Beni öldürtmediğiniz için teşekkürler paşam!
Müstehzi bakışla Birand’ı dinleyen güçlü general hiç geri basmıyor:
-Bak Mehmet Ali, eğer biz yaparsak, Akın Birdal olayındaki yarım yamalak bırakmayız!
Birand’ın Amerikan Hastanesi’nde “eceliyle” ölmesi büyük bir şans olduğu kabul edilmelidir!
Apo röportajı
Milliyet gazetesinin Cağaloğlu binasında bütün servislerin çaylak muhabirleri ellerinde birer kaset şakır şakır bant çözüyorlar… Dış haberler öyle, istihbarat öyle, hatta ekonomi servisi bile bant çözenlerle dolu… Rahmetli Altan Erbulak ağabeyimiz bu hummalı çalışma temposunu işçi sınıfına bağlayarak soruyor:
-Bu ne ulan böyle tekstil fabrikasına çevirdiniz gazeteyi her katta takır, takır-takır?
-Mehmet Ali Birand Abdullah Öcalan ile görüşmüş, çok fazla bant var, baskıya yetiştirmek için her servise ikişer üçer bant verdiler!
Daha sonra kitap olarak yayınlanacak “PKK ve Apo” röportajı Milliyet’te böyle heyecanlı bir gazetecilik dalgası halinde hazırlanıyordu.
Birand’ın yaptığı “ilk”lerden biri idi Apo röportajı… Türkiye ayağa kalkmıştı. Türkiye’nin özgürlükçü Başbakanı Turgut Özal, yayın yasağı getireceklerini uçakta gazetecilere açıklamıştı. Özal’ı izleyenler arasında bulunan Milliyet’in Başyazarı Altan Öymen de içinden şöyle diyordu:
-Keşke böyle söylemese… Yayın yasağına icra değil, yargı karar verir!
Ama öyle olmadı, Başbakan Milliyet’i toplattı. Röportaj kalktı, Kürt Sorunu kaldı!
Birand Batılı anlamda “sahici” gazeteciydi.