Her Mektup Bir Hayattır

Gazeteci, araştırmacı, yazar, öğretim üyesi Hikmet Altınkaynak, bir edebiyat ve gazetecilik devi olan Oktay Akbal’ın mektup arşivini didik-didik ettikten sonra yakın tarihimiz açısından son derece önemli bir kitap hazırladı:

“Oktay Akbal’a Mektuplar.”

1943 ile 2014 yılları arasında Oktay Akbal’a dostları, arkadaşları, devlet adamları, uluslararası şahsiyetlerin yazdıkları mektupları Altınkaynak dikkatlice okuduktan sonra bir araya getirip İş Bankası Kültür Yayınları arasından okurların ilgisine sundu.

Şimdilerde böyle şeyler var mıdır? Bilemiyoruz. Her şey elektronik posta, adına sosyal medya denilen hız rekorları kıran iletişim alanları üzerinden yürütülüyor.

İnsanlar artık oturduğu bir lokantada sipariş ettiği yemek pişmeden “yedim çok lezzetliydi” gibi mesajlarla hayatlarını paylaşıyorlar.

Çok hızlı yani hayatlar… Milan Kundera “Yavaşlık” adlı eserinde bu hızlanmadan duyduğu kaygıyı yıllar önce sezmişti:

“Her şey çok hızlı geliştiğinde kimse hiçbir şeyden emin olamaz, kendisinden bile…”

Kundera bu tespiti yaptığında elbette Facebook, Twitter falan ortalarda yoktu. Ama söyledikleri yaşandı, yaşanıyor. Birisi böylesi ortamlara bir haber salıyor, biraz sonra yüz binlerce kişi bu bilgiyi paylaşıyor. Az sonra ilk yazandan özür geliyor:

-Biraz önce verdiğim bilgi sahte bir hesaptan gelmiş!

Oysa kağıt mektuplar öyle mi?

Ne yazıldıysa okunan da odur!

Oktay Akbal’a yazılan mektuplar bu saflık ve temizlikte metinlerden oluşuyor. Hepsi içten, sahici satırlardan ibaret…

Mesela Hilmi Yavuz’un 6 Mart 1965 tarihli Londra’dan yazdığı mektup gibi…

“Sevgili Oktay Ağabey,

Londra’ya korkunç güzel bir ilkyaz geldi birdenbire… Hiç beklemiyordum.

….

Bugünlerde İngiltere’de ‘Ulusal Ucuz Kitap Satma Haftası’ başladı. İnanılmaz gibi geliyor insana. Bütün yayınevleri yepyeni kitapları yarı fiyatına hatta daha da ucuza satıyorlar.”

Mektup uzun… Tarihi zeminde felsefi tartışma üzerinden kendi düşüncelerini yazıyor Hilmi Yavuz… Mektup edebi olduğu kadar tarihi değere de sahip.

Kitapta kimlerin mektupları yok ki? Talip Apaydın’dan Adnan Binyazar’a, Cahit Külebi’den Fikret Otyam’a kadar gazeteciler, yazarlar, şairler, edebiyatçılar, siyasetçiler…

Benim en özel bulduğum ise Salâh Birsel ustamızın 29 Şubat 1952 günü yazdığı mektup oldu.

Salâh Bey İstanbul’dan yazdığı mektup şöyle başlıyor:

“Oktay,

Geçen gün sana mektup yazıp postaya atmıştım ki, akşam eve gelince o, her zaman beni düşündüğünü anlatan mektubunu aldım. Senin tercüme bürosundaki iş olur inşallah. Ben de bankadan gayri bir işe aktarılmak için elimden geldiği kadar uğraşıyorum.

Balzac ve Moliere biyografilerinden bahsediyorsun. Bunlar her halde G. Sand’ın kitabı kadar elverişlidir. Sen artık icabına bak ve tercüme bürosunun bu eserlerden birinin tercümesinin bana verildiğini bildiren yazısının tarafıma yollanmasını sağla. Cümle uzun oldu ama sen gene sağlamaya bak. Şimdiden teşekkürlerimi sunarım.”

Yazarların pek çoğunun talepleri bu doğrultuda… Çeviri işi sağlayalım, derginin yazısını yollayalım, yeni dergi çıkartalım, kağıt parasını aramızda toplayalım, arkadaşımın kitabı çıkıyor onu tanıtalım…

Kocaman yürekli insanlar, minicik talepler ile geleceğin mutlu dünyasını kurma hayalleri…

Gelelim mektubun “özel” yanına… Salâh Birsel yukarıdaki satırları yazdığı 29 Şubat 1952 Cuma günü Beykozlu İrfan Alpman ile Seher Alpman’ın (ilerde gazeteci olup bu mektubun da içinde olduğu kitabı tanıtan bir yazı kaleme alacak olan) ilk çocukları dünyaya gözlerini açıyordu!

 

  

     

Posted in Genel.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir